Ölüm Kıyamet Cehennem
Bizim, sizi boşbir amaç
uğruna yarattığımızı ve
gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?
( Müminun Suresi, 115)
Batıl İnançlar ve Gerçekler
Her canlı varlık gibi insan da bir gün ölmek üzere doğar. Kimileri çok küçük
yaşta hayata veda ederken, kimileri genç, kimileri orta, kimileri de ileri
yaşlarda bu dünyayı terk ederler. Kimsenin sahip olduğu malı-mülkü, serveti,
makamı, mevkisi, şöhreti, itibarı, kuvveti ve güzelliği, ölümü kendisinden
uzaklaştıramaz. Herkes istisnasız ölüme boyun eğmiştir ve bundan sonra da eğmeye
devam edecektir.
Pek çok insan, ölümü düşünmek istemez. Bu mutlak sonun kendi başına da
geleceğini aklına getirmez. İnsanların bir kısmı düşünmedikleri sürece, ölümle
karşılaşmayacakları gibi batıl bir inanç geliştirmişlerdir. Halk arasında ölümle
ilgili konu açan herhangi bir kişi hemen "şom ağızlı" olarak nitelenir ve bu
konu hemen, "ağzından yel alsın" gibi anlamsız sözlerle kapattırılır. Halbuki
ölümden söz eden bir insan, Allah'ın çok büyük ayetlerinden birini hatırlatmakta
ve insanların üzerindeki kalın gaflet perdesinin biraz da olsa aralanmasına
vesile olmaktadır. Ancak gafleti, yaşam biçimi haline getirmişgafil bir kitle,
kendilerini rahatsız eden bu tür gerçeklerin hatırlatılmasından çok huzursuz
olurlar. Oysa bu kişiler, hayattayken ölümü düşünmekten ne kadar kaçarlarsa,
ölümün gerçeğiyle karşılaştıklarındaki rahatsızlıkları da o kadar şiddetli olur.
Bu dünyadaki gafletleri ne kadar büyükse ölüm anında, kıyamet gününde ve ebedi
azaptaki dehşet, şaşkınlık ve azapları o derece büyük olur.
Zamanın ilerlemesine rağmen kendini yaşlanmaya ve ölüme karşı koruyabilmiştek
bir insan gösteremezsiniz. Ölmeyecek tek bir insan bulamazsınız. Çünkü insan
kendi bedeninin ve kendi hayatının sahibi değildir. Yaşamaya karar verip
hayatını kendisinin başlatmamışoluşu, bunun bir göstergesidir. Bir diğer
göstergesi ise, hayatını sona erdiren ölüme müdahale edemeyişidir. Hayatın
sahibi, onu verendir. Ve O, dilediği zaman da o hayatı geri alır. Hayatın sahibi
olan Allah, Peygamberimiz (sav)'e vahyettiği
"Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz
mü kalacaklar?" (Enbiya Suresi, 34) ayetiyle, bunu haber verir.
Yalnızca şu anda, dünyada milyarlarca insanın var olduğu göz önünde
bulundurulursa, ilk insandan bu yana, sayısız insan yaşamıştır. Bu insanların
hepsi de istisnasız ölümü tatmışlardır. Günümüzden önce yaşayanların da şu anda
yaşamakta olanların da kesinlikle başlarına gelmişya da gelecek olan kesin bir
sondur ölüm. Kimse kendini bu kaçınılmaz sondan kurtaramaz. Kuran'da, bu konu şu
şekilde bildirilir:
Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette
ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete
sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı
metadan başka bir şey değildir. (Al-i İmran Suresi, 185)
Ölümü Tesadüf ya da
Talihsizlik Sanma Yanılgısı
Ölüm, her olay gibi, Allah'ın dilemesiyle hayır ve hikmetle gerçekleşir. Bir
insanın doğum tarihi nasıl belliyse, aynı şekilde ölüm tarihi de daha o
doğmamışken, dakikasına, saniyesine kadar bellidir. İnsan da kendisine verilen
süreyi her saniye biraz daha tüketerek, o son ana doğru hızla yaklaşır. Herkesin
ölümünün yeri, zamanı ve şekli kaderinde belirlenmiştir.
Buna rağmen insanların bir kısmı ölümün, Allah'ın ona sebep olarak yarattığı
olaylar zincirinin bir sonucu olduğunu sanırlar. Her gün gazetelerde ölüm
haberlerini okur, ardından da, "Eğer bir tedbir alınsaydı sonuç bu şekilde
olmazdı; şöyle yapılsaydı ölmezdi" gibi cahilce mantıklar yürütürler. Halbuki
her insan kendisine tanınmışsüreden ne bir saniye eksik ne de bir saniye fazla
yaşayamaz. Ancak, imanın verdiği bilinçten uzak olan insanlar, her olaya olduğu
gibi ölüme de tesadüfler zincirinin bir parçası olarak bakarlar. Allah Kuran'da,
tamamen inkarcılara özgü olan böyle çarpık bir zihniyetten müminleri sakındırır:
Ey iman edenler, inkar edenler ile yeryüzünde gezip
dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için:
"Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın.
Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve
öldüren Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Al-i İmran Suresi, 156)
Ölümü bir tesadüf sanmak büyük bir akılsızlıktır. Ve bu durum, üstteki
ayetten de anlaşılacağı gibi, insana büyük bir manevi azap, karşı konulamaz bir
sıkıntı verir. İnkar edenler, yakınlarını ve sevdiklerini kaybettiklerinde bu
büyük azabı yaşarlar. Ölenin aslında bir kurtulma ihtimali olduğunu, fakat
aksilik, tedbirsizlik gibi durumlar yüzünden zamansız öldüğünü düşünürler. Bu
düşünce de onların üzüntü, pişmanlık ve acılarının katlanarak artmasına neden
olur. Çektikleri bu sıkıntı ve acı, gerçekte inançsızlıklarının azabından başka
bir şey değildir.
Oysa olayın çok önemli bir sırrı vardır; ölümün sebebi, ne bir kaza, ne bir
hastalık, ne de başka bir şeydir. Bütün bu sebepleri yaratan Allah'tır.
Kaderimizde belirtilen süre dolduğu zaman, yukarıda sayılan sebeplerden herhangi
bir tanesi nedeni ile hayatımız sona erer. Ve insan, elindeki tüm maddi imkanını
seferber etse dahi, kendisi için belirlenmişolan ölüm zamanından bir an bile
fazla yaşayamaz. Kuran'da bu İlahi kanun şöyle haber verilir:
Allah'ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur.
O, süresi belirtilmişbir yazıdır... (Al-i İmran Suresi, 145)
Kader Anlayışındaki
Çarpıklık
Özellikle ölüm konusuyla ilgili olarak, halk arasında kader hakkında pek çok
yanlışkanaat vardır. "Kaderini yenmek", "kaderini değiştirmek" gibi
yanlışmantıklar toplumda oldukça yaygındır. Kimi insanlar birtakım beklenti ve
tahminlerini kader zannedip, bunların gerçekleşmediğini görünce de kaderin
belirlendiği gibi gitmediğini, değiştiğini sanırlar. Sanki kaderi önceden
okumuşda, olaylar okudukları şekilde gelişmemişgibi akılsızca bir tavır
takınırlar. Bu tür çarpık ve tutarsız mantıklar, kaderin anlamının tam olarak
kavranamamışolmasından kaynaklanır.
Kader, zaman ve mekan kavramlarını yoktan var eden ve bunları tamamen kontrol
ve hakimiyetinde bulunduran, zaman ve mekana tabi olmayan Allah'ın, geçmişve
gelecekteki tüm olayları zamansızlık boyutunda tespit etmesi ve yaratmasıdır.
Yaşanmışve yaşanacak bütün olaylar zinciri, an an, detay detay Allah Katında
planlanmışve yaratılmıştır.
Zamanı Allah yaratmıştır, bu yüzden O, zamana bağımlı değildir. Allah'ın
Katında herşeyin başı da, sonu da, sonsuzluk şeridindeki yeri de bellidir.
Herşey olup bitmiştir. Nasıl bir filmi seyreden kişinin o film üzerinde herhangi
bir değişiklik yapmaya güç ve imkanı yoksa, insanların da tabi oldukları kader
üzerinde bir etkileri olamaz. İnsanlar kader üzerinde değil, kader insanlar
üzerinde belirleyici ve yaptırıcı bir unsurdur. Herşeyiyle kaderin bir parçası
olan insan o kaderden bağımsız bir şekilde davranamaz. Kaderin dışına çıkamaz.
Bu bir video kasetteki filmde yer alan oyuncunun, kasetten dışarı sıyrılıp maddi
bir boyut kazanarak videonun başına oturması ve kendi bulunduğu kasette
silmeler, eklemeler, değişiklikler yapmasına benzer ki, elbette bu kendi içinde
çelişkili ve mantıksız bir durumdur.
Dolayısıyla, kaderi yenme, kaderin akışını değiştirme gibi bir durum söz
konusu bile olamaz. Unutulmamalıdır ki, "ben kaderimi değiştirdim" diyen bir
insan da, aslında kaderinde yazılı olan bir cümleyi söylemektedir.
Bunu bir örnekle açıklamak istersek; bir insan günlerce komada kalabilir,
yeniden yaşama dönmesi imkansız gibi gözükebilir. Fakat aynı insanın, beklenenin
aksine, tekrar eski sağlığına kavuşması, onun "kaderini yendiği" ya da
doktorların onun "kaderini değiştirdiği" anlamına gelmez. Bu olay, o kişinin,
kaderinde kendisi için belirlenmişsüreyi doldurmadığını gösterir. Bu da aynı
kaderin bir parçasından başka bir şey değildir. Herşey gibi hastalanması ve
tekrar iyileşmesi de Allah Katında yazılıp tespit edilmiştir. Bir ayette Allah
şöyle buyurur:
... Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen
kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır. Gerçekten bu Allah'a göre
kolaydır. (Fatır Suresi, 11)
İnsanlar arasında yaygın olan bir başka yanlışkanaate göre de, 80 yaşında
birinin ölümü "ecel", küçük bir çocuğun, genç bir insanın ya da orta yaşlı bir
kişinin ölümü "beklenmedik bir olay"dır. Bu yanlışmantıkla düşünen insanlar,
ölümü kabullenip, olağan karşılayabilmek için kendi belirledikleri bazı
şartların bulunmasını isterler. Bu gafil insanlara göre, uzun süren ağır bir
hastalık sonucu gelen ölüm genellikle doğal karşılanabilir, fakat ani bir
hastalık ya da kaza sonucu gelen ölüm zamansızdır. Bu yüzden, çoğu zaman ölümler
isyankar bir ruh haliyle karşılanır. Ancak bu mantık, Allah'ın adaletinin,
sonsuz merhametinin, herşeyi hayır ve hikmetle yarattığının tam olarak takdir
edilemediğinin göstergesidir. Bu psikolojiye sahip olan herkes Allah'a tam bir
teslimiyetle teslim olmadığı için dünya hayatında sürekli bir sıkıntı ve keder
içinde yaşamaya mahkum kalacaktır.
Reenkarnasyon İnancı
Ölüm hakkında çeşitli kesimlerde yaygın olan batıl inançlardan birisi de
"reenkarnasyon"dur. Öldükten sonra çeşitli kereler farklı yer ve zamanlarda ve
farklı kimliklerle dirilerek yeniden dünyaya gelme şeklinde açıklanan
reenkarnasyon, gerek iman etmeyenler gerekse çeşitli batıl inanışların
mensupları arasında, son zamanlarda ilgi gören sapkın bir akım haline gelmiştir.
Teknik olarak hiçbir delile dayanmamasına rağmen bu tür batıl inançların
taraftar toplamasının başlıca sebebi, dini inancı olmayan insanların
bilinçaltlarındaki, öldükten sonra yok olma endişesidir. Dini inançları zayıf
olan kimseler de, dünyada yaptıklarının karşılığı olarak ahirette cehennem gibi
bir cezanın kendilerini beklediğini bildikleri için ya da en azından ihtimal
verdikleri için öldükten sonra ahirete gitme gerçeğinden rahatsız olurlar. Her
iki sınıf için de öldükten sonra dünyaya tekrar tekrar gelmek son derece cazip
bir durumdur. Bu yüzden bu işin istismarını yapan belirli kesimlerin birkaç "göz
boyama" seansıyla, daha fazla delil aramadan reenkarnasyon gibi bir safsatayı
seve seve benimserler.
Bu sapkın düşünceye, bazı dönemlerde Müslüman çevrelerden kendisine aydın,
entellektüel, ilerici görünümü vermek isteyen bazı kişiler de olumlu
bakmaktadır. Olayın asıl ciddi yönü ise, bu tür kimselerin söz konusu sapkın
iddialarına Kuran ayetlerinden delil getirmeye ve ayetlerin açık ve net
ifadelerini, "dillerini eğip bükerek" kendi yorumlarına delil göstermeye
çalışmalarıdır. Burada vurgulanmak istenen temel konu da, bu sapkın itikadın
kesinlikle Kuran ve İslam dışı olduğu ve Kuran'ın açık ayetleriyle tamamen
çeliştiğidir.
Reenkarnasyonun Kuran'da geçtiğini iddia edenlerin delil olarak öne
sürdükleri birkaç ayetten biri Mümin Suresi'nin 11. ayetidir. Ayette şöyle
buyrulmaktadır:
Dediler ki: "Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere
dirilttin; biz de günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışiçin bir yol var mı
?" (Mümin Suresi, 11)
Reenkarnasyoncular bu ayette, insanın dünyada bir kere yaşayıp öldükten sonra
tekrar diriltilerek dünyada ikinci bir yaşama başladığını, bu suretle ruhunun
gelişimini tamamladığını ve bu ikinci yaşamını takip eden ikinci ölümünden sonra
ahirette diriltildiğini iddia ederler.
Oysa ayete göre insanın iki defa ölü iki defa diri hali olduğu
anlaşılmaktadır. Üçüncü bir ölü ya da dirilik hali söz konusu değildir. Bu
durumda doğal olarak akla, insanın en baştaki durumunun ölü mü ya da diri mi
olduğu sorusu gelir. Bu sorunun cevabını ise Bakara Suresi'nin 28. ayetinde
buluruz:
Nasıl oluyor da Allah'ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken
sizi o diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na
döndürüleceksiniz. (Bakara Suresi, 28)
Ayet açıktır; insan başlangıçta ölüdür, yani yaratılışının temeli
başlangıçta, ayetlerde de bildirilen toprak, su, çamur gibi cansız maddelerden
oluşmaktadır. Daha sonra Allah bu cansız yığına "bir düzen içinde şekil verip"
diriltir. Birinci ölüm ve birinci dirilişgerçekleşmiştir. Birinci dirilişten
belli bir süre sonra insan, yaşamı sona erince tekrar öldürülür, ilk ölümünde
olduğu gibi toprağa geri döner, çürüyüp-ufalanıp toz haline gelir. Bu da ikinci
defa ölü haline geçişidir. Geriye ise ikinci ve son diriltilmesi kalmıştır. Bu
da ahiretteki dirilmesidir. İkinci ve son dirilişahiretteki dirilme olduğuna
göre, dünya hayatında ikinci bir dirilişsöz konusu olamaz. Aksi takdirde bu tür
bir iddia üçüncü bir dirilişi gerektirir ki böyle bir durumdan hiçbir ayette söz
edilmez. Görüldüğü gibi ne Mümin Suresi 11. ayetinden, ne de Bakara Suresi 28.
ayetinden insanın dünyada birden fazla kez diriltildiği anlamı çıkmaz. Tam
tersine bir kere dünyada bir kere de ahirette dirilişin olduğu ayetlerden açık
bir şekilde anlaşılmaktadır.
Bunun dışında, Kuran'daki pek çok ayet de insanın içinde imtihan edildiği tek
bir dünya hayatı olduğunu ortaya koymaktadır. Örneğin ölümden sonra tekrar
dünyaya dönüşolmadığı, Allah'ın buna kesin olarak izin vermeyeceği ayetlerde
şöyle bildirilmektedir:
Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki:
"Rabbim, beni geri çevirin. Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde
bulunayım. "Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi
söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir
engel (berzah) vardır. (Müminun Suresi, 99-100)
Ayette, kişiye ölüm geldikten sonra yeniden dünya hayatına bir dönüş, bir
telafi imkanı bulunmadığı anlatılırken inkarcıların, bunun aksine ikinci bir
dirilişve dünyaya dönüşbeklentisine sahip oldukları da dikkat çekmektedir. Allah
bunun hiçbir geçerliliği bulunmayan ve inkarcıların kendi söyledikleri bir
sözden ibaret olduğunu açıkça belirtir.
Başka ayetlerde de cennettekilerin "ilk" ölümden başka bir ölüm
tatmayacakları şöyle bildirilir:
Orda, ilk ölümün dışında başka ölüm tatmazlar. Ve (Allah
da) onları cehennem azabından korumuştur. Senin Rabbinden, bir fazl ve
(lütuf) olarak. İşte büyük 'mutluluk ve kurtuluş' budur. (Duhan Suresi,
56-57)
Cennet ehlinin, birinci ölümleri dışında başka bir ölüm tatmayacaklarından
dolayı duydukları sevinç bir başka ayette şöyle geçer:
Nasıl, biz ölecek olanlar değil miymişiz? Yalnızca
birinci ölümümüzden başka (öyle mi)? Ve biz azaba uğratılacak olanlar değil
miymişiz? (Saffat Suresi, 58-59)
Üstteki ayetler o kadar açıktır ki, insanın yaşadığı tek bir ölüm olduğu,
hiçbir tevile yer bırakmayacak netlikte vurgulanmaktadır. Önceki ayetlerde iki
ölümden bahsedildiği halde, neden burada tek bir ölümden başka ölüm
tadılmayacağının söylendiği gibi bir soru akla gelebilir. Bunun cevabı Duhan
Suresi'nin 56. ayetindeki ölümü "tatma" ifadesinde kendiliğinden ortaya
çıkmaktadır. Zira, insanın bilinçli olarak tattığı, yani yaşadığı, karşılaştığı,
idrak ettiği ilk ve tek bir ölüm vardır; o da dünya hayatının sona erdiği an
karşılaştığı ölümdür. En baştaki ölü halinden önce diri olmadığı dolayısıyla
algılama ve şuur gibi özellikleri olmadığı için bu birinci ölümünün şuuruna
varması, bunu tatması gibi bir durumu elbette ki olamaz.
Kuran'ın açık ve kesin haberine rağmen, dünyada birden fazla ölme, dirilme,
yeni bedenlere girme gibi olayların bulunduğunu iddia etmek Kuran'ın açık
ayetlerini reddetmek anlamına gelecektir.
GAFLETİN KALIN PERDESİ
İnsan bencil yaratılmıştır ve kendi çıkarlarını ilgilendiren şeyler hakkında
son derece hassastır. Ancak her konuda kendi çıkar ve menfaatlerini en ince
ayrıntısına kadar düşünen ve hesaplayan insanın doğrudan doğruya kendisini
ilgilendiren ölüm konusunda kayıtsız ve umursuz olması son derece hayret
vericidir. "Kesin bilgiyle iman etmeyenler"e özgü olan bu ruh halini Allah,
Kuran'da tek bir kelimeyle tanımlamıştır: "Gaflet".
Gafletin anlamı, şuurundaki bulanıklık ve kapalılıktan ötürü, bir insanın
gerçekleri tam olarak algılayamayıp, sağlıklı değerlendirmeler yapamaması ve
buna bağlı olarak, gereken sağlıklı tepkileri verememesidir. Bir ayette Allah
şöyle buyurur:
İnsanların sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise
gaflet içinde yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 1)
Ölümcül, çaresiz bir hastalığa yakalanan birisinin öleceğine kesin gözüyle
bakılır. Fakat ona bu gözle bakanların da er ya da geç ölecekleri kesindir.
Gaflet yüzünden, işin bu yönü bu tarz kişilerin aklına gelmez. Oysa belki de
ölüm, kendisini bu "ölümcül hasta"dan çok daha önce, hiç ummadığı bir anda
yakalayacaktır.
Yakınları, ölüm döşeğindeki hastalarının durumuna üzülürler. Ama bir gün
kesinlikle ölecek olan kendilerine de üzülmek akıllarına gelmez. Oysa, bir
olayın eninde sonunda gerçekleşeceği kesinse, bunun yakın ya da uzak olması
verilen tepkiyi değiştirmemelidir.
Eğer ölmek üzere olanlar için üzülmek gerekiyorsa, yalnızca ölüm anında değil
herkes birbiri ve kendisi için şimdiden üzülmeye başlamalıdır. Ya da içinde
bulunduğu gaflet perdesini yırtmalı, ölümün gerçek anlamını kavramalıdır.
Bunun için de, öncelikle gafleti doğuran sebepleri tanımak yararlı olabilir.
Gafletin Nedenleri
- Tefekkür ve akletme eksikliği: Bazı insanlar ciddi konular üzerinde
düşünmeye pek alışık değildir. Düşünmeden yaşamaya alışık olduklarından, ölümü
de çok uzak görürler. Günlük sorunların, zihinlerini yeterince meşgul ettiğini
düşünürler. Küçük konularla o dar zihinlerini doldurur, küçük sorunlarda boğulur
ve ölüm gibi önemli konuları düşünemezler. Herhangi birinin ölümüyle
karşılaştıklarında ya da ölümle ilgili bir konu açıldığında, "Allah gecinden
versin, Allah kimsenin başına vermesin, Allah sıralı versin..." gibi sözlerle
kendilerini avutur, konuyu en kısa zamanda, yine düşünmeden geçiştirmeye
çalışırlar.
- Yaşamın karmaşa ve hareketliliği: Yaşam öylesine akıcı ve hareketlidir ki
kendini olayların akışına kaptıran insan özel bir çaba göstermezse, eninde
sonunda kendisini yakalayacak olan ölüm gerçeğini göz ardı edebilir. Bu durum,
özellikle imana sahip olmadığı için kader, tevekkül, Allah'a teslim olma gibi
kavramlara yabancı insanlar için geçerlidir. Bu gibi insanlar kendilerini
bildikleri andan itibaren kendi deyimleriyle "dünyalarını kurtarmaya" bakarlar.
Bu tip insanlar sürekli yeni dünyevi planlar, çıkarlar, hedefler peşinde
koşarlar; bunlarla oyalanmaktan ölümü düşünmeye fırsat bulamazlar Hiç
ummadıkları bir anda da hazırlıksız ve şaşkın bir şekilde ölüm gerçeğiyle
karşılaşırlar. Ama artık çok geçtir.
- Doğum yanılgısı: Gafletin sebeplerinden birisi de doğumun varlığıdır. Her
gün doğumlar ve ölümler olur. Yeryüzünün nüfusu hiç eksilmez, hatta günden güne
artar. İnsan kendisini bu döngünün etkisine kaptırınca sanki doğumlar ölümleri
telafi ediyor, yaşam böylece dengeleniyor gibi bir yanılgıya kapılabilir. Bu da
ölüme karşı bir gaflet perdesi oluşmasına sebep olur. Oysa şu andan itibaren
hiçbir doğumun gerçekleşmeyeceği bir döneme girsek, insanların birbiri ardına
öldüğünü ve dünya nüfusunun hızla sıfıra doğru gittiğini görsek... İşte o zaman
ölüm insana tüm dehşetiyle kendisini hissettirir. İnsan etrafındakilerin birer
birer eksildiğini görür ve kaçınılmaz sonun er geç kendisine de geleceğini kesin
olarak fark eder. Aradan yıllar bile geçse, hala hayatta olanlar ertesi gün
sıranın kendilerine gelip gelmeyeceği endişesiyle yatarlar. Ölüm bir an bile
akıllarından çıkmaz.
Halbuki olayın aslı da bundan farklı değildir. Yeni doğanların öleceklere
hiçbir etkisi yoktur. Bu, yalnızca psikolojik bir yanılgıdan ibarettir.
Günümüzden 150 yıl önce yaşayanlardan bugün hiçbiri hayatta değildir.
Kendilerinden sonra doğanların bu kişilerin ecellerine hiçbir faydası
dokunmamıştır. Aynı şekilde 100 yıl sonra da şu anda yaşayan insanlardan hemen
hemen hiçbirisi kalmayacaktır. Çünkü dünya bir tür durak yeridir; sürekli dolar
ve boşalır.
Kendini Kandırma
Yöntemleri
Ölümü göz ardı ettiren ve gafleti doğuran nedenlerin dışında bir de
insanların kendi kendilerini avutmak için kullandıkları savunma mekanizmaları
vardır. Bu kendini kandırma yöntemlerini birkaç madde halinde inceleyebiliriz.
- Yaşlılık dönemine erteleme düşüncesi: Bu savunma mekanizması gençlerde ve
orta yaşlılarda görülür. Bunu kullanan insan, genelde 60-70 yıl yaşayacağını
hesaplar ve ancak ömrünün son yıllarını bu tür konulara ayırmaya karar verir.
Böylece, ölüme ve öbür dünyaya hazırlanmak için de yaşamından bir pay
ayırmışolduğunu düşünür ve vicdanını rahatlatır.
Halbuki bir saniye sonra yaşayacağının bile garantisi olmayan, daha ne kadar
yaşayacağını, nerede ve ne zaman öleceğini asla bilmeyen bir insanın böyle uzun
vadeli, sonuçsuz hesaplar yapmasının ne büyük bir gaflet olduğu ortadadır. Her
gün etrafında kendisiyle yaşıt hatta daha genç pek çok kişi ölür. Gazeteler ölüm
ilanlarıyla doludur. Televizyonlarda her gece birçok ölüm haberi izler. Çoğu
zaman, büyük küçük, kendi yakınlarının ölümlerine tanık olur. Fakat etrafındaki
insanların bir gün hatta belki de yarın, kendi ölümüne de tanık olacaklarını,
kendi ölüm ilanını okuyacaklarını aklına getirmez. Kaldı ki, o beklediği
"yaşlılık" sınırına kadar yaşasa bile bir şey değişmeyecek, sahip olduğu
zihniyeti değiştirmediği sürece, ölümle karşı karşıya gelene dek erteleme
mantığını sürdürecektir. Allah bir ayette şöyle buyurur:
Ertelemek ancak inkarda bir artıştır… (Tevbe Suresi, 37)
-"Cehennemde cezamı çeker ve çıkarım" mantığı: Toplumda oldukça yaygın olan
bu görüş, gerçekte doğru bilinmemektedir. Kuran'ın hiçbir yerinde bir süre
Allah'ın dilemesi dışında cehennemde ceza görüp, sonra bağışlanarak cennete
alınanlardan söz edilmez. Tam tersine, konu ile ilgili tüm ayetlerde, kıyamet
günü müminlerin ve inkarcıların kesin bir biçimde ayrılacakları, müminlerin
ebediyen cennete girecekleri, inkarcıların ise ebediyen cehenneme, aşağılık bir
azabın içine sürülecekleri ve Allah dilemedikçe oradan çıkamayacakları
bildirilmiştir:
Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateşasla bize
değmeyecektir." De ki: "Allah Katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla
ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi
söylüyorsunuz?" Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa,
(artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. İman edip
salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz
kalacaklardır. (Bakara Suresi, 80-82)
Bir diğer ayette şöyle denir:
Bu, onların: "Ateşbize sayılı günler dışında kesinlikle
dokunmayacak" demelerindendir. Onların bu iftiraları, dinleri konusunda
kendilerini yanılgıya düşürmüştür. (Al-i İmran Suresi, 24)
Cehennem, insanın hayal gücünün alamayacağı kadar büyük acıları yaşayacağı
bir yerdir. Cehennem Allah'ın "Kahhar", "Cebbar" sıfatlarının en şiddetli
tecelli ettiği ve dünyadaki hiçbir azapla kıyaslanamayacak azaplarla dolu,
korkunç bir ortamdır. Parmağının ucu yanınca bile canı çok acıyan aciz bir
insanın rahat ve umursuz bir şekilde böyle bir azabı belirli bir süre için bile
olsa göze aldığını söylemesi, akletmediğinin açık bir göstergesidir. Allah'ın
azabını hafife alan, sonsuz azap çekme ihtimalini rahatlıkla karşılayan bir
kimse gerçekte Allah'ın kadrini gereği gibi takdir edemeyen, akledemeyen bir
insandır.
-Ben zaten cennete gireceğim mantığı: Kendilerinin mutlaka cennete gireceğini
iddia eden insanlar vardır. Dünyada iyilik olarak tanımladıkları ufak tefek
birtakım şeyleri yaparak ve kötülük olarak tanımladıkları birtakım şeylerden
uzak durarak, cennete gideceklerini sanırlar. Din hakkındaki bilgileri kulaktan
dolma, hurafelerle dolu safsatalardan öteye geçmeyen bu insanlar, gerçekte
Kuran'da tarif edilen güzel ahlakla hiçbir ilgisi olmayan, kendi uydurdukları
bir din anlayışına sahiptirler. Sorulduğunda kendilerini "Müslüman" olarak
tanıtabilirler. Oysa Kuran'a göre bu inanca sahip olan kişiler Allah'a birçok
şeyi ortak koştukları için gerçek Müslümanlar değillerdir. Kehf Suresi'nde böyle
bir insanın durumu şöyle anlatılır:
Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm
bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler
bitirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir
şeyi noksan bırakmamışve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık. (İkisinden)
Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken
arkadaşına dedi ki: "Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı
bakımından da daha güçlüyüm." Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına
girdi (ve): "Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum" dedi.
"Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek
olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım." Kendisiyle
konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: "Seni topraktan, sonra bir damla sudan
yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir
adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin?" "Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben
Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam." (Kehf Suresi, 32-38)
Yukarıdaki ayetlerde anlatılan bahçe sahibi, "Rabbime döndürülecek olursam"
ifadesiyle, Allah'a ve ahiret gününe kesin bilgiyle iman etmediğini, ve bu
konuda şüphe içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Buna karşın, kendisinin üstün
bir mümin olduğu iddiasındadır ki Allah'ın kendisini cennetle
ödüllendireceğinden emindir. Günümüzde bu zihniyete sahip kişilerin var olduğunu
görmekteyiz.
Bu kişiler Allah'a karşı samimiyetsiz bir tutum içinde olduklarını aslında
için için kendileri de bilirler, fakat bu gerçek onlara hatırlatılmak istense
bunu kabul etmeyip hemen kendilerini temize çıkarmaya çalışırlar. Din ahlakını
yaşamanın önemsiz olduğunu öne sürer, mahalledeki dindar görünümlü kişilerin
aslında ne kadar namussuz, ahlaksız olduğunu iddia ederek kendilerini masum
göstermeye uğraşırlar. Kalplerinin temiz olduğunu, kimsenin kötülüğünü
istemediklerini, kimsenin malında, mülkünde, ailesinde gözleri olmadığını
söyleyerek "iyi insan" olduklarını ispatlamaya kalkarlar. Dilencilere sadaka
verdiklerini, komşuya ikramda bulunduklarını, senelerce gece gündüz
çalıştıklarını, insanlara hizmet ettiklerini, bundan daha iyi Müslümanlık
olmadığını savunurlar.
Samimiyetsizliklerinin en büyük göstergesi ise, sahip oldukları sapkın din
anlayışına dayanak bulmak için birtakım bahaneler üretmeleridir. Kendi
yaşamlarını meşrulaştırmak için kullandıkları, "en büyük ibadet çalışmaktır",
"mühim olan kalp temizliğidir" gibi ifadeler en çok rastlanılan örneklerdendir.
Bu ifadeler Kuran'da bildirildiği üzere din öne sürülerek Allah'a karşı yalan
söylemekten ibarettir:
Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
Hiç mi öğüt alıp-düşünmüyorsunuz?
Yoksa sizin apaçık olan bir deliliniz mi var?
Eğer doğru söylüyorsanız, öyleyse getirin kitabınızı.
(Saffat Suresi, 154-157)
- Çifte standart mantıklar: İnsan, farklı bir kendini kandırma yöntemi daha
geliştirmişolabilir. Ölüm aklına geldiğinde sonsuza dek yok olacağını düşünür ve
bunun dehşetiyle Allah'ın vaat ettiği sonsuz bir hayatın "var olabileceğine"
yüzde elli ihtimal verir. Böylece kendi içinde bir nevi umut ışığı yakar. Öte
yandan, Allah'ın kendisine yüklediği birtakım sorumluluklar olduğu aklına
gelince de, diğer yüzde elli ihtimali düşünür. "Nasılsa toprak olup yok
olacağım, ölümden sonra hayat yoktur" diyerek hesap verme, cehennem azabıyla
karşılaşma gibi korku ve endişelerini bastırır. Her iki durumda da gaflet
halinin ona verdiği bir nevi sarhoşluk hali içerisinde ölüm onu yakalayıncaya
kadar yaşamını sürdürür.
Gafletin Sonucu
Önceki bölümlerde, ölüm, insana yaşadığı sürece kendini hatırlatır demiştik.
Ya bu hatırlatmalar ona fayda verir ve birtakım konuları tekrar gözden
geçirmesi, hayata ve olaylara bakışaçısını yeniden düzenlemesi gerektiğini ciddi
bir şekilde düşünmeye başlar. Ya da sözünü ettiğimiz savunma mekanizmaları
devreye girer, kalbinin ve gözünün önündeki gaflet perdesi günden güne daha da
kalınlaşmaya başlar.
İşte inkarcıların bir kısmının yaşlanıp ölüme iyice yaklaştıkları halde,
ölümü büyük bir sakinlikle, akılsızca bir rahatlıkla beklemeleri bu perdenin
kalınlığının göstergesidir. Çünkü ölüm onlara artık yalnızca güzel ve tatlı bir
uykuyu, huzur ve sakinliği, ebedi bir rahatlığı çağrıştırmaktadır.
Oysa onları yoktan var edip yaratan, sonra öldürüp tekrar diriltecek olan
Allah onlara azapla geçirecekleri ebedi bir hayatı, ebedi bir pişmanlığı ve
mutsuzluğu vaat etmiştir. Onlar da bu gerçeği, tam ebedi uykuya dalacaklarını
sandıkları ölüm anında bizzat görürler. Çünkü, ölümün bir yokoluşolmadığını,
aksine kendileri için azapla dolu yeni bir dünyanın başlangıcı olduğunu
anlarlar. Canlarını alan ölüm meleklerinin dehşet verici gelişi, o büyük azabın
ilk habercisidir. Bu nedenle Kuran'da, ölümden sonraki yaşamı reddeden
inkarcılardan söz edilirken "Öyleyse melekler,
yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak?"
(Muhammed Suresi, 27) denir. Bu anda, inkarcıların ölümden
önceki küstah ve kibirli tavırları yerini dehşet, pişmanlık, çaresizlik ve
sonsuz bir acıya bırakır. Allah Kuran'da, bu durumu şöyle haber verir:
Dediler ki: "Biz yer (toprağın için) de yok olup
gittikten sonra, gerçekten biz mi yeniden yaratılmışolacağız?" Hayır, onlar
Rablerine kavuşmayı inkar edenlerdir. De ki: "Size vekil kılınan ölüm
meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbiniz'e döndürülmüşolacaksınız."
Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmişolarak: "Rabbimiz,
gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir
amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye
yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi, 10-12)
Ölümden KaçışYoktur
İnsan özellikle gençliğinde ölümü hiç aklına getirmek istemez. Bunu bir son
olarak gördüğü için ölümün düşüncesinden bile kaçar. Düşünmemek onun için en
rahat kaçışyoludur. Oysa fiziksel kaçışölüme bir çare olmadığı gibi, ölümü
aklına getirmekten kaçınarak ölümden kurtulabilmek de mümkün değildir. Dahası,
ölümü aklına getirmemek de mümkün değildir. Daha önce de belirttiğimiz gibi
insan, her gün önüne gelen gazetelerde mutlaka ölüm haberleriyle, ölüm
ilanlarıyla karşılaşır. Yolda giderken bir cenaze arabasına rastlar ya da bir
mezarlığın önünden geçer. Zaman içinde yakınları ve akrabaları ölür. Onların
cenazelerine gittiğinde ve evlerini ziyaret ettiğinde, mutlak gerçekle yüzyüze
kalır. Başkalarının, özellikle de sevdiklerinin ölümünü gördükçe, kendi sonunu
düşünür.
İnsan ne kadar direnirse dirensin, nereye sığınırsa sığınsın, nereye kaçarsa
kaçsın, aslında farkında olmadan her an kendi ölümüne doğru koşar. Önünde başka
bir kapı, tercih veya çıkışyolu yoktur. Geri sayım sürekli devam eder. Ne yöne
dönerse ölüm onu oradan karşılar. Allah'ın kanununda bir değişme olmaz. Kaderde
belirlenmişbir anda ve yerde ölüm onu yakalar. Kuran'da, Allah bu gerçeği şöyle
haber verir:
De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm,
şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede
edilebileni de bilen (Allah) a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı
haber verecektir." (Cuma Suresi,
Her nerede olursanız ölüm sizi bulur, yüksekçe yerlerde
tahkim edilmişşatolarda olsanız bile... (Nisa Suresi, 78)
Bu nedenle insanın yapması gereken, kendini kandırmayı ya da gerçekleri göz
ardı etmeyi bir kenara bırakıp Allah'ın kaderinde tespit ettiği süreyi en iyi
şekilde değerlendirebilmektir. Bu sürenin ne zaman biteceğini de yalnız Allah
bilmektedir.
Gerçek Ölüm ve Görünen Ölüm
Ruhun Ölümü (Gerçek Ölüm)
Nasıl öleceğinizi, ölümün nasıl bir şey olduğunu, ölürken neler olacağını hiç
düşündünüz mü?
Şimdiye dek, önce ölüp sonra da dirilerek insanlar arasına dönen ve neler
görüp, neler hissettiğini anlatan hiç kimse olmamıştır. Bu nedenle ölümün nasıl
bir durum olduğunu, bir insanın ölüm anında neler hissettiğini bilmemize teknik
olarak imkan yoktur.
Ancak insana hayatını veren ve zamanı gelince de geri alan Allah, ölümün
nasıl gerçekleştiğini Kitabında bizlere bildirmiştir. Bu nedenle, ölümün nasıl
gerçekleştiğini, ölmekte olan bir insanın gerçekte neler yaşayıp, neler
hissettiğini ancak Kuran'dan öğrenebiliriz.
Kuran'a baktığımızda ise oldukça önemli bir gerçekle karşılaşırız. Çünkü
Kuran'da haber verilen ve tarif edilen ölüm, "tıbbi ölüm"den, yani diğer
insanlar tarafından gözlemlenen ölümden çok farklıdır.
Öncelikle, bazı ayetlerde ölüm anında, ölecek kişi tarafından görülen, fakat
diğer insanlar tarafından gözlemlenemeyen olaylar yaşandığı bize haber verilir.
Vakıa Suresi'nde şöyle buyrulmaktadır:
Hele can boğaza gelip dayandığında, Ki o sırada siz
(sadece) bakıp, durursunuz, Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz.
(Vakıa Suresi, 83-85)
Bir başka ayette de, bu "gözlemlenemeyen olaylar"ın inkarcılar için bir
zorluk anı olduğundan şöyle bahsedilir:
Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allah
bunlarla, ancak onları dünyada azablandırmak ve canlarının onlar inkar
içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor. (Tevbe Suresi, 85)
Buna karşın, müminlerin ölümü ise "güzellikle" olur:
Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam
size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl
Suresi, 32)
İşte bu ayetlerde bize ölüm hakkında çok önemli ve değişmez gerçekler haber
verilir: Ölüm anında, ölen kişinin yaşadıkları ile dışarıda onu izleyen
kişilerin gördükleri şeyler çok farklıdır. Örneğin hayatı boyunca iflah
olmamışazılı bir inkarcı, dışarıdan bakıldığında, uykusu sırasında ölmüşgibi
algılanabilir. Oysa o anda başka bir boyuta geçen ruhu, büyük acılar içinde
ölümü tadmaktadır. Ya da tam tersine, acı çektiği sanılan bir müminin ruhu,
ayette de bildirildiği gibi bedeninden, melekler tarafından "güzellikle"
ayrılır.
Kısaca, "bedenin tıbbi ölümü" ile, Kuran'da tarif edilen ölüm gerçekte çok
farklı olaylardır.
İşte "tadılan" bu gerçek ölüm, az önce belirttiğimiz gibi inkarcılar için
büyük bir azap, müminler içinse büyük bir nimet ve güzelliktir. İnkarcıların
canlarının "zorluk" içinde çıktığı da Kuran'da bildirilir. Ayetlerde bu "zorluk"
ayrıntılı olarak tarif edilir.
- Ölüm anında inkarcının sırtına ve yüzüne vurularak canının alınması:
Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura
canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? İşte böyle; çünkü gerçekten onlar,
Allah'ı gazablandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri çirkin
karşıladılar; bundan dolayı (Allah,) amellerini boşa çıkardı. (Muhammed
Suresi, 27-28)
- Ölümün şiddetli sarsıntıları ve meleklerin inkarcıya ölüm anında, ebedi
azaplarını müjdelemeleri:
... Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları'
sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak
yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve
O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir
azabla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen... (Enam Suresi,
93-94)
Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak:
"Yakıcı azabı tadın" diye o inkar edenlerin canlarını alırken görmelisin.
Bu, ellerinizin önceden takdim ettiği işler yüzündendir. Yoksa şüphesiz
Allah kullara zulmedici değildir. (Enfal Suresi, 50-51)
Ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi, inkar eden bir kişinin ölümü kendisi için
büyük bir azaptır. Dışarıdaki yakınları onun rahat yatağında huzurlu bir şekilde
öldüğünü sanırlarken o, gerçekte, maddi ve manevi çok büyük bir azabın içine
girmiştir. Ölüm melekleri, acı vererek ve aşağılayarak onun canını bedeninden
çıkarırlar. Kuran'da, bu melekler, inkarcıların canlarını bedenlerinden,
"ta en derinden acıyla sökerek çıkaranlar" (Naziat
Suresi, 1) olarak tarif edilirler.
Başka ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Hayır; can, köprücük kemiğine gelip dayandığı zaman, "Son
müdahaleyi yapacak kim" denir.
Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu
anlamıştır. (Kıyamet Suresi, 26-28)
İşte inkarcı, artık hayatı boyunca inkar etmişolduğu o büyük gerçekle
yüzyüzedir. Ölümle birlikte, yaşamı boyunca işlediği büyük suçun, inkarının
cezasını çekmeye başlayacaktır. Meleklerin sırtına vura vura, canını en derinden
sökerek almaları, kendisini bekleyen sonsuz azabın yalnızca çok hafif bir
başlangıcıdır.
Bunun aksine, ölüm, mümin için büyük bir mutluluk ve neşenin başlangıcıdır.
Ruhu en derinden acıyla sökülen inkarcının aksine müminin ruhu, "yumuşacık çekip
alanlar" tarafından (Naziat Suresi, 2), "güzellikle" ve "selamla" (Nahl Suresi,
32), adeta uykuda ruhun acısızca bedenden ayrılıp farklı bir boyuta geçmesi gibi
alınır.
Ölümün gerçeği işte budur. Dışarıdaki insanlar, yalnızca tıbbi ölümü
bilirler; hayati fonksiyonları sona ermek üzere olan bir beden görürler. Ölen
kimseyi seyredenler, ne onun yüzüne ve sırtına vurulduğunu, ne ayaklarının
dolaştığını, ne de canının köprücük kemiğine dayandığını görürler. Bu görüntü ve
hislerle yalnızca ölen kişinin ruhu muhatap olur. Oysa gerçek ölüm, dışarıda
insanların göremeyeceği bir boyutta ölen kişi tarafından bütün yönleriyle
"tadılmakta"dır. Bir başka deyişle, ölüm sırasında yaşanan olay, bir "boyut
değişikliği"dir.
Müminin Ölümü:
- Kaçınılmaz olduğunu bildiği ve yaşamı süresince hazırlık yaptığı ölümle
karşılaşır.
- Canını almaya gelen melekler ona selam verip, onu cennetle müjdelerler.
- Melekler güzellikle canını alırlar.
- Ruhu bedeninden yumuşakça çekilip alınır.
- Arkasından gelecek müminleri müjdelemek, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve
müminler için bir korku ve üzüntü olmadığını haber vermek ister. Ama buna izin
verilmez.
İnkarcının Ölümü:
- Hayatı boyunca kendisinden kaçıp durduğu ölümle buluşur.
- Ölümü şiddetli sarsıntılar içinde olur.
- Melekler, ellerini ona doğru uzatır ve onu alçaltıcı ve yakıcı bir azapla
müjdelerler.
- Melekler, yüzüne ve sırtına vura vura canını alırlar.
- Ruhu en derinden acıyla sökülür.
- Ruhu köprücük kemiklerine kadar çekilir ve son müdahale yapılır.
- Canı o inkar içindeyken zorluk içinde çıkar.
- Ölümle yüzyüze geldiği andaki imanı ve tevbesi kabul edilmez.
-Gerçeği görmenin verdiği büyük pişmanlık içinde Allah'tan kendisini dünyaya
geri çevirmesini ve kaybettiği ömrünü telafi etmeyi talep eder. Ama bu isteği
kabul edilmez.
Dışarıdaki insanların gördüğü "tıbbi ölüm"ün de insana ders veren çok önemli
bir yönü vardır. Tıbbi ölümün insan bedenini yok edişi, insana çok önemli bazı
gerçekleri kavrama fırsatı verir. Bu nedenle, gerçek ölümün ardından söz konusu
tıbbi ölüme de değinmek, hepimizin bedenini bekleyen mezar hakkında biraz
düşünmek gerekir.
Bedenin Ölümü (Dışarıdan
Görünen Ölüm)
Ölüm anında ruh, bu dünyadaki insanların içinde yaşadıkları boyuttan
ayrılırken, geride cansız bedenini bırakır. Deri değiştiren canlılar gibi, bu
dünyadaki bedenini geride bırakır ve asıl hayatına doğru ilerler.
Ancak geride kalan bedenin karşılaşacakları da ibret vericidir. Özellikle bu
bedene hayattayken gereğinden fazla değer verenler için.
Peki öldükten sonra bu bedenin başına neler geleceğini ayrıntılı olarak
düşündünüz mü hiç?
Bir gün öleceksiniz. Belki hiç beklenmedik bir şekilde. Ekmek almak için
bakkala giderken yolda bir araba kazası geçireceksiniz. Ya da amansız bir
hastalık hayatınıza son verecek. Veya bir anda kalbiniz duracak.
Böylece ölümü tatmaya başlayacaksınız.
Bu andan itibaren de, bedeninizle hiçbir ilişkiniz kalmayacak. Hayat boyu
"ben" dediğiniz ve sahiplendiğiniz o beden, sıradan bir et parçası haline
gelecek. Ölümünüzle birlikte bedeninizi başka insanlar taşımaya başlayacaklar.
Etrafta ağlayanlar, "daha dün buradaydı", "dağ gibi adamdı" diyenler olacak.
Sonra o bedeni alıp evin bir odasına, belki de morga koyacaklar. Orada bir gece
bekleyecek. Ertesi gün gömme işlemleri başlayacak. Cansız bedeni alıp
gasilhaneye götürecekler. Görevli, kaskatı kesilmişolan bedeninizi soğuk suyla
yıkayacak. Ancak bu aşamada ölümün izleri de bedende aşikar hale gelecek.
Morarmalar başlayacak.
Daha sonra bedeni beyaz bir bezle, kefenle saracaklar. Sonra da tahta tabuta
koyup üstüne yeşil bir örtü örtecekler. Cenaze arabası gelecek, tabutu
devralacak. Araba mezarlığa doğru ilerlerken, yolda hayat devam edecek. Bazı
insanlar cenaze geçiyor diye saygı gösterecek, çoğu kendi işine bakacak. Sonra
mezarlığa gelinecek. Tabut, sizi sevenler ya da seviyor gibi görünenler
tarafından ellerde taşınacak. Etrafta muhtemelen yine ağlayanlar, sızlananlar
olacak. Sonra o kaçınılmaz yere, mezara gelinecek. Üstünde sizin isminiz
yazılı... Bedeni tabuttan çıkarıp beyaz kefenle birlikte mezarın içine
atacaklar. Ve sonra son işyapılacak. Ellerine kürek alanlar, beyaz kefenin
içindeki bedenin üzerine toprak atmaya başlayacaklar. Kefenin ağzını açıp içine
de toprak atacaklar. Ağzınıza, burnunuza, boğazınıza, gözlerinize topraklar
dolacak. Topraklar yavaşyavaşkefeni örtecek. Biraz sonra işleri bitecek ve
gidecekler. Mezarlık her zamanki derin sessizliğine bürünecek. Gidenler, kendi
hayatlarına geri dönecekler, ama gömülen beden için artık hayatın hiçbir anlamı
kalmamışolacak. Dünyadaki hiçbir güzellik, hiçbir güzel ev, güzel insan, güzel
manzara artık o beden için bir şey ifade etmeyecek. Bedeniniz, hiçbir dostunuzla
artık görüşemeyecek. Beden için var olan tek şey, artık yalnızca toprak ve onun
içindeki bakteri ve kurtlar olacak.
Öldükten Sonra Ne Hale
Geleceğinizi Hiç Düşündünüz mü?
Zaten gömülmenizle birlikte bedeniniz hem içten hem de dıştan gelen etkilerle
hızlı bir parçalanma sürecine girecek.
Vücutta oksijen kalmayacağından, bir süre sonra mikroplar faaliyete geçerek
bedene yayılacaklar.
Karında toplanan gazlar cesedi şişirecek ve bu şişlik vücudun her tarafına
yayılarak, bedeni tanınmaz hale getirecek.
Bundan sonra gazın diyaframa yaptığı basınçtan dolayı ağızdan ve burundan
kanlı köpükler gelmeye başlayacak.
Çürüme ilerledikçe kıllar, tırnaklar, avuç içleri ve tabanlar yerlerinden
ayrılacaklar.
Bu dışdeğişmeyle beraber, iç organlarda da (akciğer, kalp ve karaciğerde)
çürüme başlayacak.
En korkunç olay ise bu noktada gerçekleşecek; karın bölgesinde toplanan
gazlar deriyi zayıf noktasından patlatacaklar ve bedenden tahammül edilmez
derecede pis kokular yayılacak. (Ölü insan kokusu, dünyanın en iğrenç
kokularındandır.)
Bu süre içinde kafadan başlamak üzere, adaleler de yerlerinden ayrılacak.
Cilt ve yumuşak kısımlar tamamen dökülecek ve iskelet gözükmeye başlayacak.
Beyin tamamen çürüyecek ve kil görünümünü alacak, kemikler bağlantılarından
ayrılacak ve iskelet dağılmaya başlayacak...
Bu olay, ceset bir toprak ve kemik yığını haline gelene kadar böylece devam
edecek.
"Ben" sandığınız bedeniniz böylelikle korkunç ve iğrenç bir şekilde yok
olacak. Geride kalanlar sizden söz ederken, topraktaki tüm kurtlar, böcekler ve
bakteriler sizin etlerinizi kemirecekler.
Eğer bir kaza sonucunda ölür de, gömülmezseniz, o zaman çok daha feci bir
manzara ortaya çıkacak. Bedeniniz, sıcak havada açıkta kalmışbir et gibi,
kurtlanacak, birkaç gün içinde bir kurt yumağı haline dönüşecek. Kurtlar, son et
parçasını da yiyene kadar iskeletin kıvrımları arasında dolaşacaklar.
Böylece "en güzel bir biçimde" yaratılmışolan insan hayatı, olabilecek en
korkunç biçimde sona erecek.
Peki neden?
İnsan vücudunun öldükten sonra bu hale getirilmesi Allah'ın dilemesiyledir.
Ve bunun çok büyük bir hikmeti vardır. İnsan, kendisinin aslında bedenden ibaret
olmadığını, bedeninin yalnızca kendisine giydirilmişgeçici bir kılıf olduğunu,
bu korkunç sonu görerek anlamalı, bedenin ötesinde bir varlığı olduğunu
hissetmelidir. İnsan, sadece bedenden ibaret olamayacağını, bedenin ötesinde onu
bir araç olarak kullanan ruhun var olduğunu anlamalıdır.
Allah kendini "et ve kemikten" ibaret sanan insana, belki de bunun bir
aldanışolduğunu kavratmak için böyle ibret verici bir son hazırlamıştır.
İnsan, bedeninin ölümüne bakmalı, bu geçici dünyada adeta sonsuza kadar
kalacakmışgibi sahiplendiği ve bütün arzularına boyun eğdiği bedeninin akıbeti
hakkında düşünmelidir. O beden toprağın altında çürüyecek, kurtlanacak ve
iskelete dönüşecektir.
DÜNYA HAYATININ GEÇİCİLİĞİ
Hiç düşündünüz mü?
Neden insan sık sık temizlenmek zorundadır? Neden temizliğine, bakımına
dikkat etmezse, vücudu, ağzı kokar, cildi ve saçı yağlanır? Neden terler ve bu
terin kokusu son derece kötüdür?
İnsanın aksine, çicekler son derece güzel kokulara sahiptirler. Gül ya da
karanfil, pis çamurlu bir toprakta yetişmelerine rağmen binlerce yıldır son
derece güzel kokarlar. Ama insan, biraz dikkat etmediğinde kötü kokmaya başlar
ve bunu ancak iyi bir bakımla engelleyebilir.
Neden böyle olduğunu, insanın neden bu şekilde bir eksiklikle yaratıldığını
hiç düşündünüz mü? Allah'ın neden çiçekleri güzel kokulu yaparken, insan
bedeninin bu şekilde acizliklerle dolu olduğunu hiç aklınıza getirdiniz mi?
İnsan yalnızca bu saydığımız özelliklerle kalmaz; yorulur, acıkır, susar,
canı acır, midesi bulanır, hastalanır…
İnsanlara bunlar doğal şeylermişgibi gelir, ama bu bir aldanıştır. İnsan
hiçbir zaman kötü kokmayabilir, hiçbir zaman başağrısı çekmeyebilir, hiçbir
zaman hasta olmayabilirdi. Tüm bu zorluklar, "tesadüfen" oluşmuşdeğil, özel
olarak yaratılmışlardır. Allah, insanı belirli bir amaç, belirli bir hikmet
doğrultusunda bu şekilde yaratmıştır.
Bu amaçlardan biri; insanın aciz bir varlık, bir "kul" olduğunu anlamasıdır.
Eksiksiz, mükemmel olmak Allah'ın vasfıdır, O'nun kulu olan insan ise sonsuz
derecede eksiktir, zayıftır ve dolayısıyla O'na sonsuz derecede muhtaçtır. Allah
bir ayette, konuyu çok hikmetli bir biçimde açıklar:
Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan)
muhtaçlarsınız; Allah ise, Ganiy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid
(övülmeye layık)tır. Dileyecek olsa, sizi giderir (yok eder) ve yepyeni bir
halk getirir. Bu, Allah'a göre güç değildir. (Fatır Suresi, 15-17)
İnsanın sahip olduğu kusur ve eksikliklerin başka bir amacı ise, bu yurdun
geçiciliğini hatırlatmasıdır. Çünkü söz konusu kusur ve eksiklikler, bu
dünyadaki bedene mahsusturlar. Ahirette, cennet ehli yeni bir bedenle, eksiksiz
ve kusursuz bir şekilde yaratılacaktır. Bu dünyadaki zayıf, eksik, kusurlu
beden, müminin gerçek bedeni değildir, geçici bir süre içinde kaldığı bir
kalıptır.
Bundan dolayıdır ki, dünyada kusursuz bir güzellik elde edilemez. Fiziksel
yönden en güzel, en çekici, en kusursuz olduğunu sandığımız bir insan da, diğer
tüm insanlar gibi fiziksel ihtiyaçlarını gidermekte, terlemekte, kimi zaman ağzı
kokmakta, kimi zaman yüzünde sivilce çıkmaktadır. Temiz kalabilmek için sürekli
yıkanmak ve bakım yapmak zorundadır. Kimi insanın yüzü güzeldir, ama fiziği o
kadar düzgün değildir. Bunun tersi de mümkündür. Kimisinin gözü güzel, fakat
burnu eğri olabilir. Bu özelliklerin sonsuz varyasyonlarını sayabiliriz.
Dışgörünüşolarak gerçekten kusursuz gibi görünen bir kimsede de hiç umulmadık
bir hastalık, rahatsızlık ya da kusur bulunabilir.
Herşeyden önemlisi, en mükemmel görünen insan bile mutlaka yaşlanır ve ölür.
Beklenmedik bir anda bir kazayla paramparça olabilir. Dünyadaki beden gibi,
dünyanın bizzat kendisi de eksik, kusurlu, yetersiz ve geçicidir. Bütün çiçekler
mutlaka solar, en güzel yiyecekler çürür, bozulur, kokuşur. Tüm bunlar bu
dünyaya mahsus eksik ve kusurlardır. Bizlere tanınan kısa dünya hayatı da,
taşıdığımız beden de Allah'ın çok kısa bir süre için verdiği geçici
emanetlerdir. Sonsuz bir yaşantı ve mükemmel bir yaratılışise yalnızca ahirete
mahsustur. Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurur:
Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaı
(kısa süreli faydalanması)dır. Allah Katında olan ise, daha hayırlı ve daha
süreklidir. (Bu da) iman edip Rablerine tevekkül edenler içindir. (Şura
Suresi, 36)
Bir başka ayette, dünyanın gerçek mahiyeti şöyle anlatılır:
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence
türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi
ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği
gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir,
sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp
oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret ve bir
hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanışolan bir metadan başka bir şey
değildir. (Hadid Suresi, 20)
Kısaca bu dünyada Allah sonsuz kudret ve bilgisinin bir göstergesi olarak
birçok güzellik, sanat ve harikalık ile çok çeşitli kusur ve eksiklikleri de
aynı anda yaratmaktadır. Mükemmellik ve kalıcılık bu dünyanın kanununa
aykırıdır. Gelişen teknoloji de dahil olmak üzere, insan aklının düşünebileceği
hiçbir şey Allah'ın bu kanununu değiştiremeyecektir. Böylece insanlar bir yandan
ahireti özleyip ona kavuşmak için çabalamalı ve Allah'a gereken şükür ve takdiri
göstermelidirler. Bir yandan da bunların gerçek yerinin bu geçici dünya değil,
eksik ve kusurlardan arındırılmışve müminler için hazırlanmışebedi cennet hayatı
olduğunu anlamalıdırlar. Kuran'da, bu gerçek çok açık bir biçimde bildirilir:
Hayır, siz dünya hayatını seçip üstün tutuyorsunuz.
Ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir. (A'la Suresi, 16-17)
Bir başka ayette ise, "gerçekten ahiret yurdu
ise, asıl hayat odur" (Ankebut Suresi, 64) denir. "Asıl
hayat"ımız olan ahiret ile geçici bir yurt olan dünya arasında, perde kadar ince
bir sınır vardır. Ölüm, işte bu perdeyi kaldırır. Ölümle birlikte bu dünya ve
bedenle olan ilişki kesilecek, yepyeni bir yaratılışla sonsuz hayata başlangıç
yapılacaktır.
Ölümle birlikte başlayacak olan hayat gerçek hayattır. Eksiklik, kusur,
geçicilik dünyaya ait kanunlardır. Gerçek kanunlar; kusursuzluk, ölümsüzlük,
mükemmellik üzerine kuruludur. Bir başka deyişle, normal olan, bir çiçeğin hiç
solmaması, bir insanın hiç kirlenmemesi, hiç yaşlanmaması, bir meyvenin hiç
çürümemesidir. Asıl kanunlar, insanın her istediğinin anında gerçekleşmesini,
insanın hiçbir acı ve hastalık yaşamamasını, hiçbir zaman üşümemesini, ya da
terlememesini gerektirir. Ancak asıl kanunlar, asıl hayatta; geçici kanunlar da
geçici olan bu dünya hayatındadır.
Asıl kanunların yurdu, yani ahiret ise çok yakındır. Allah dilediği an
insanın buradaki yaşamına son verip, onu ahirete geçirebilir. Bu geçiş, bir göz
açıp-kapaması kadar çabuk gerçekleşecektir. Rüyadan uyanmak gibi... Ölümle
birlikte sona erecek olan dünyanın, ahirete göre ne denli kısa olduğu Kuran'da
şöyle anlatılır:
Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar
kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık,
sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir
bilseydiniz," "Bizim, sizi boşbir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten
Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Müminun Suresi,
112-115)
Ölümle birlikte rüya sona ermişve gerçek yaşam başlamıştır. Yeryüzünde "bir
gün ya da bir günün birazı kadar", hatta "bir göz çarpması" kadar kalmışolan
insan, yaptıklarının hesabını vermek üzere Allah'ın huzuruna çıkar. Eğer dünyada
iken ölümü aklında tutmuş, Allah'a kavuşacağının bilincinde olmuşise, kurtulmayı
umacaktır. Kuran'da "kitabı sağ eline verilen" bu kurtulmuşların şöyle diyeceği
haber verilir:
"... Alın kitabımı okuyun. Çünkü ben, gerçekten hesabıma
kavuşacağımı sanmış(anlamış)tım." (Hakka Suresi, 19-20)
ÖLÜMDEN İBRET ALMAYANLARIN
DÜNYA VE AHİRETTEKİ DURUMLARI
İnsanların çoğunda "ölüm yaşamın bittiği andır" şeklinde eksik ve yetersiz
bir inanışvardır. Oysa biraz daha derin düşünülse ölümün diğer bir hayatın da
başladığı an olduğu anlaşılacaktır. Bu eksik bakışaçısı yüzünden, inkar edenler
hedefledikleri herşeyi dünyadaki kısa sürenin içine sığdırmaya çalışırlar.
Ahireti tanımayanların, bu dünyadan gözü kapalı bir şekilde sınır tanımadan
yararlanmak istemelerinin sebebi de budur. Bunlar ölümle birlikte, herşeyden
mahrum kalacakları endişesiyle, doğru-yanlışayrımı yapmadan yaşamaya, bu
dünyadan maksimum derecede faydalanmaya, nefislerini tatmin etmeye çalışırlar.
Önlerinde çok uzun yılların var olduğuna kendilerini inandırıp, uzun vadeli
planlar peşinde koşarlar. Bu, şeytanın insanı aldatmak için kullandığı en klasik
yöntemdir. Şeytanın inkarcılar üzerinde uygulamak istediği oyununu Allah
Kuran'da şu ayetlerle haber verir:
Şüphesiz, kendilerine hidayet açıkça belli olduktan
sonra, gerisin geri (küfre) dönenleri, şeytan kışkırtmışve uzun emellere
kaptırmıştır. (Muhammed Suresi, 25)
(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık
kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan onlara bir aldanıştan başka bir şey vaat
etmez. (Nisa Suresi, 120)
Bu dünyada sonsuza dek yaşayacakmışgibi mal ve servet biriktiren inkarcılar,
hayatlarını mal ve evlat çokluğu ile övünecekleri bir yarışhaline getirirler. Bu
sahte üstünlüğün verdiği gurura kapılarak ahiretten tamamen uzaklaşırlar. Ancak
içinde bulundukları büyük yanılgının kendilerini nereye doğru yönlendirdiği,
ayetlerle açıkça bildirilmiştir:
Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine vermekte olduğumuz
mal ve çocuklarla, Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)?
Hayır, onlar şuurunda değiller. (Müminun Suresi, 55-56)
Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin;
Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azaplandırmak ve canlarının
onlar inkar içindeyken zorlukla çıkmasını ister. (Tevbe Suresi, 55)
Allah insana, imtihan için gönderildiği bu dünyada ölümü ve ahireti
düşündürecek pek çok mesaj gönderir. Bir ayette, insana uyarı olsun diye verilen
belalara dikkat çekilir:
Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki
defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders
çıkarıp) düşünmüyorlar. (Tevbe Suresi, 126)
Gerçekten çoğu insan, sık sık tevbe etmesine, öğüt alıp düşünmesine vesile
olacak belalarla karşılaşır. Bunlar, ayette bildirildiği gibi yılda bir kaç kez
karşılaşılabilen büyük belalar ya da günlük küçük sıkıntılar olabilir. İnsan
kaza, sakatlanma ve ölümle sonuçlanan birçok olaya tanık olur. İnsana düşen, bu
tip olayların kendi başına da gelebileceğini, her an kendi imtihanının da sona
erebileceğini hatırlamak, hemen Allah'a sığınıp bütün samimiyeti ile bağışlanma
dilemektir.
Müminlerin gördükleri olaylardan aldıkları ders ve ibret kalıcı olur. Fakat,
aynı olayların iman etmeyenler üzerindeki etkisi ve bunlara verdikleri tepki çok
daha farklıdır. İnkarcılar kendilerinde uyandırdığı dehşet hissinin bir sonucu
olarak ölümün gerçekliğini kabullenmeyerek ya da unutmaya çalışarak kendilerini
rahatlatmak için uğraşıp-dururlar. Ancak bu yanıltıcı metodla kendilerine zarar
vermekten öteye gidemezler. Çünkü Allah, "Onları adı konulmuşbir süreye kadar
ertelemektedir" (Nahl Suresi, 61) ve bu süre sandıklarının aksine aleyhlerine
işlemektedir. Kuran'da şöyle buyrulur:
O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın
kendileri için hayırlı sanmasınlar, Biz onlara, ancak günahları daha da
artsın diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azap vardır. (Al-i
İmran Suresi, 178)
Ölüm en yakınındaki kimseye isabet ettiğinde bile bu uyarıyı hiç üzerine
almayan, bundan bir öğüt ve ders çıkaramayan gaflet içindeki insan, günün
birinde kendisi ölümle karşı karşıya kalsa, içinde bulunduğu durumdan kurtulmak
için bir anda dünyanın en ihlaslı insanı haline geliverir. Kuran'da bu psikoloji
bir örnekle şöyle tasvir edilir:
Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide
bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam)
bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan
dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten
kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar
(muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi
kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız." (Yunus Suresi,
22)
Ancak bu insanlar, Allah, kendilerini kurtardığında tekrar eski gafletlerine
geri döner ve Allah'a verdikleri sözü unutarak, en ufak bir vicdani rahatsızlık
duymadan sahtekarlık ve nankörlüklerini ortaya koyarlar. Oysa bu
sahtekarlıkları, kıyamet günü kendi aleyhlerine bir delil olacaktır. Ayetin
devamında şöyle denir:
Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere,
yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak
kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz
Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 23)
Bu psikolojideki insan, ümitsiz bir çabayla aynı sahtekarlığı ölüm esnasında
da dener. Fakat kendisine tanınan süre artık sona ermiştir:
Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki:
"Rabbim, beni geri çevirin. Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde
bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi
söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir
engel (berzah) vardır. (Müminun Suresi, 99-100)
İnkarcıların bu tutumunun Allah'ın huzurunda bile devam ettiğini görürüz. Bu
durum ayetlerde şöyle haber verilir:
Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne
eğilmişolarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha
dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin
bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen... Öyleyse bu
(azab) gününüzle karşılaşmayı unutmanıza karşılık azabı tadın. Biz de sizi
gerçekten unuttuk; yaptıklarınıza karşılık ebedi azabı tadın. (Secde Suresi,
12-14)
Aynı sonuçsuz çırpınışların cehennemde de devam ettiğini haber veren bir ayet
şöyledir:
İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi
çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada),
öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran
da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur.
(Fatır Suresi, 37)
Ahiretteki bu ümitsiz çırpınışlar ve acı sonuç, hep insanın dünyanın gerçek
amacını ve değerini takdir edemeyişinden kaynaklanır. İman etmemişinsan;
dünyadayken Allah'ın etrafında yarattığı hikmetli olaylardan ibret almaz,
Allah'ın gönderdiği uyarıları dinlemez, vicdanını bastırarak anlamazlıktan,
görmezlikten gelir, ölümü kendinden çok uzakta görür, Allah'ın rızası değil,
nefsinin istekleri doğrultusunda hareket eder. Tüm bunlar, sonunda geri dönüşü
olmayan ölüme hazırlıksız yakalanmaya ve yukarıdaki ayetlerde geçen umutsuz
duruma düşmeye sebep olur. Bu nedenle ölüm gelip uyandırmadan gafletin derin
uykusundan uyanmak gerekir. Çünkü ölüm anında uyanmak insana hiçbir fayda
sağlamayacaktır. Allah bu durumdan insanları şöyle sakındırır:
Sizden birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir
süreye (ecele) kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve salihlerden
olsam" demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Oysa
Allah, kendi eceli gelmişbulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah,
yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafikun Suresi, 10-11)
Biraz aklı olan insanın yapması gereken, ölümden sürekli kaçmak değil onu her
an hatırda tutmaktır. Ancak bu şekilde gerçek hedefinin bilincinde olarak
hareket edebilir, nefsinin ve şeytanın kendisini bu geçici dünya hayatı ile
aldatıp oyalamasına izin vermez.
Ölüme Hazırlık Yapmak
Bu dünya insanların eğitim yeridir. Allah insanlara dünyada çeşitli
sorumluluklar yüklemişve onlara gözetmeleri gereken sınırları bildirmiştir.
İnsan, bu sınırları gözettiği, emredilenleri yerine getirip, yasaklanan
şeylerden sakındığı ölçüde ruhen olgunlaşır, aklı ve şuuru gelişir. Başına gelen
olaylara sabretmesini, hiçbir durumda Allah'ın dininden taviz vermemeyi, her
durum karşısında Allah'a yönelip dönmeyi, yalnız O'ndan yardım istemeyi öğrenir.
Allah'ı gereği gibi takdir etmeyi, O'na karşı içli bir sevgi ve saygı dolu bir
korku duymayı öğrenir, Allah'a karşı katıksız bir iman ve tam bir teslimiyet
kazanır. Allah'ın yarattığı nimetlerin değerini gerçek manada anlar ve bu sayede
Allah'a karşı olan şükrü, sevgisi, yakınlığı ve hayranlığı artar. Sonuçta,
Allah'ın beğendiği üstün akla ve ahlak özelliklerine sahip ideal bir mümin
haline gelir. Bu şekilde her yönüyle mükemmel yaratılmışolan cennete girmeye
layık bir insan haline gelir.
Kısaca, Allah'ın özel olarak yarattığı bu hikmetli olay dünyadaki eğitimin
bir parçası olan imtihan ortamının sırrını içerir. İnsan bu dünyada başına gelen
sayısız olaylarla sınanır ve bu imtihandaki başarısı oranında ebedi hayatında
ceza veya mükafata kavuşur. Hiç kimse kendi imtihanının ne zaman son bulacağını
bilemez. Ölüm, Kuran'da bizlere bildirildiği gibi
"süresi belirtilmişbir yazıdır". (Al-i İmran Suresi, 145) Bu
süre bazen uzun, bazen de kısadır. Aslında en uzun olarak tanımladığımız süre
bile nadiren 70 ya da 80 senenin üzerine çıkabilir.
Bu nedenle, uzun yaşama hesapları yapmak yerine insan, Allah'a karşı sorumlu
olduğunu ve hesap gününde bütün yaptıklarının hesabını vereceğini bilerek,
Kuran'ın ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin rehberliğinde ve onun gösterdiği
yola uygun olarak yaşamalıdır. Aksi halde, sonsuz hayatı için bir hazırlık
yapmaması, bunun için kendisine tanınan bu tek ve son fırsatı kaçırması ve
ebediyen cennetten mahrum kalması kendisi için gerçekten de çok acı bir durum
olur. Ebediyen cennetten mahrum olan biri sonsuz azap mekanı olan cehenneme
gidecek bir ahlak gösteriyor demektir. Bu nedenle dünyada boşa geçen her saniye
hem çok büyük bir kayıp hem de çok acı bir sonuca doğru atılan yeni bir adımdır.
Madem gerçek budur, öyleyse bu gerçeğin dünyadaki herşeyden daha önemli
olduğunu iyi anlamak gerekir. İnsanın, hayatında karşısına çıkacak muhtemel
olaylar için önceden hazırlık yaptığı gibi, hatta daha da fazla, ölüm ve sonrası
için benzeri bir hazırlık yapması en mantıklı hareket olacaktır. Her insan
ölümden sonra karşılaşacağı olaylarla da tek başına muhatap olacaktır. Ebedi
kurtuluşu isteyen insanlara, Allah Kuran'da şöyle emreder:
Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi
takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah,
yaptıklarınızdan haberdardır. Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara
kendi nefislerini unutturmuşolanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık
olanların ta kendileridir. (Haşr Suresi, 18-19)
Ahirete İman
Ahiret inancı, Kuran'da imanın temel şartları arasında sayılan son derece
önemli bir konudur. Allah, Fatiha Suresi'nin başında Kendi sıfatlarını
bildirirken, Rahman ve Rahim isimlerinin hemen ardından Kendisi'nin "Din gününün
Maliki" (Fatiha Suresi, 3) olduğunu haber verir. Bir sonraki sure olan Bakara
Suresi'nin hemen üçüncü ayetinde de müminlerin "gayba", yani görmediklerine,
duyularıyla algılayamadıklarına iman ettiklerini bildirir:
Onlar, gayba inanırlar... (Bakara
Suresi, 3)
Ölümden sonra dirilme, kıyamet, cennet, cehennem gibi olaylar, kısaca ahiret
hep bu "gayb"ın içerisinde yer alır. Nitekim Bakara Suresi'nin 4. ayetinde de,
"... ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar" ifadesiyle Rabbimiz "ahirete
iman" konusunun önemini tekrar hatırlatır.
Kuran'da bildirilen şekilde bir ahiret inancı, insanın samimi ve gerçek bir
mümin olduğunun çok büyük bir kanıtıdır. Çünkü ahirete iman eden bir kişi zaten
Allah'a, O'nun kitabına ve Resulüne de kayıtsız şartsız iman etmişdemektir. Bu
kişi Allah'ın herşeye gücünün yettiğini, sözünün doğru, vaadinin de hak olduğunu
bilir, dolayısıyla ahiretten hiçbir şüphe duymaz. Henüz bu gerçekleri görmediği,
bunlara bizzat şahit olmadığı halde Allah'a olan imanının, O'na duyduğu güvenin
ve kendisine verilmişolan aklın doğal bir sonucu olarak, adeta görüyormuşgibi
bunlara iman eder. Ahirete karşı şüphelerden arınmış, kesin bir iman, Allah'ın
varlığına ve O'nun Kuran'da bildirdiği tüm sıfatlarına iman ettiğini, Allah'a
tam bir güven ve teslimiyeti olduğunu ve O'nu gereği gibi tanıyıp takdir
ettiğini de gösterir.
Gerçek bir imana sahip olmak kesin bilgiye dayanan bir ahiret inancı ile
mümkündür. Allah Kuran'ın birçok ayetinde inkarcıların ahireti tanımadığını,
onun gerçekleşeceğine inanmadıklarını bildirir. Aslında bunları söyleyenlerin
pek çoğu Allah'ın varlığına inanan kimselerdir. Ancak inkarcıların en çok
yanılgıya düştükleri konu Allah'ın varlığı değil, Allah'ın sıfatlarıdır. Kimisi
Allah'ın herşeyi en başta yaratıp bıraktığını, daha sonra olayların kendi başına
gelişip devam ettiğini; kimisi Allah'ın insanı yarattığını fakat insanın kendi
kaderini kendisinin belirlediğini; kimisi Allah'tan gizli olan fiiller,
düşünceler yapabileceğini; kimisi de Allah'ın var olduğunu, ancak dinin gerekli
olmadığını savunur… Allah bu sapkın düşünceyi savunanlarla ilgili olarak
Kuran'da şöyle haber verir:
Onlar: "Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir" demekle
Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler... (Enam Suresi, 91)
Ayetten anlaşıldığı gibi bazı insanların imansızlığının temelinde Allah'ın
varlığını kesin bir reddetme değil, Allah'ı gereği gibi takdir edememe,
dolayısıyla da ahireti inkar etme vardır. Yoksa inkarcılar arasında, bir
Yaratıcıyı kesin bir yargıyla reddedenlerin oranı oldukça düşüktür. Bunların
bile çoğu içlerinde sürekli bir şüphe duygusuyla yaşar. Allah'a şirk koşan ve
ölümden sonra dirilmeyi, hesap gününü, cenneti, cehennemi inkar edenlerin durumu
birçok ayette haber verilir ve ahirete iman konusu özlü olarak açıklanır.
Ahiret, her ne kadar bu dünyada beşduyumuzla idrak edemeyeceğimiz bir
gerçekse de Allah bu gerçeği aklımızla kavramamız için sayısız delil
yaratmıştır. Zaten dünyadaki imtihan ortamının bir gereği olarak, önemli olan bu
gerçeklerin duyular vasıtasıyla değil, akıl ve vicdan yoluyla kavranmasıdır.
Normal bir insan biraz düşündüğünde kendisi dahil, etrafındaki hiçbir şeyin
tesadüf eseri olmadığını, herşeyin, Yaratıcımız'ın sonsuz gücü, bilgisi, isteği
ve kontrolünde gerçekleştiğini rahatlıkla görür. Bunun sonucu olarak ahiretin
yaratılmasının da Allah için çok kolay olduğunu ve bunun Allah'ın hikmetli ve
adaletli yaratması olduğunu kavrar.
Ancak durum bu kadar açıkken, tüm hayatını kendi heva ve hevesi, nefsani
arzuları peşinde, Allah'ın emirlerine isyan içinde geçiren bir insan, ölümden
sonra dirilmek, hesap günüyle karşılaşmak ve yaptıklarının karşılığını görmek
istemez. Bu nedenle her ne kadar ahiretin varlığına ihtimal verse bile vicdanını
örtme ve kendini kandırma yolunu seçer. Bu gafil ruh halindeki bir inkarcı artık
ölümden sonra dirilmeyi ve ahireti reddedebilmek için akıl ve mantıktan uzak,
tutarsız ve tek aşamalı örnekler vermeye başlar. Kuran'da böyle kişilerin inkar
edebilmek için verdiği bir örnek şöyle bildirilmektedir:
Kendi yaratılışını unutarak Bize bir örnek verdi; dedi
ki: "Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?" (Yasin Suresi,
78)
Oysa, yalnızca bir kaçıştan ve kendini kandırmaktan öte bir amacı olmayan bu
sorunun cevabı aslında çok açıktır. Allah şöyle buyurmuştur:
De ki: "Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O,
her yaratmayı bilir." (Yasin Suresi, 79)
Allah, bu şekilde tutarsız örnekler vermenin ahireti inkar edenlere özgü bir
özellik olduğunu da Kuran'da bildirmektedir:
Ahirete inanmayanların kötü örnekleri vardır, en yüce
örnekler ise Allah'a aittir. O, güç sahibi olandır, hüküm ve hikmet
sahibidir. (Nahl Suresi, 60)
Bazıları da örneklerini geliştirip detaylandırarak iddialarını daha mantıklı
hale getirdiklerini sanırlar. Oysa her söyledikleri akılsızlıklarını daha da
açığa çıkarır. Allah ayetlerinde bu kişilerle ilgili şöyle buyurmuştur:
Derler ki: "Biz çukurda iken, gerçekten biz mi yeniden
(diriltilip) döndürüleceğiz? Biz çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuz zaman
mı?" Derler ki: "Şu durumda, zararına bir dönüştür bu." (Naziat Suresi,
10-12)
Nahl Suresi'nde ise iman etmeyenlerin ahireti inkar etmelerindeki ısrar şöyle
haber verilir:
Olanca yeminleriyle: "Öleni Allah diriltmez" diye yemin
ettiler. Hayır; bu, O'nun üzerinde hak olan bir vaaddir, ancak insanların
çoğu bilmezler. (Nahl Suresi, 38)
Heva ve heveslerini ilah edinerek, vicdanlarını örten ve böyle örneklerle
kendilerini de kandıran insanların konumlarını Allah Kuran'da şöyle bildirir:
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok
sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla
kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır
bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar.
İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Kuran'ın bir başka ayetinde de bu kişilerin durumu şöyle tarif edilir:
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini
saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği
kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de
öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?
Dediler ki: "(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan
başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi "kesintisi olmayan zaman (dehrin
akışın)dan başkası yıkıma (helake) uğratmıyor." Oysa onların bununla ilgili
hiçbir bilgileri yoktur; yalnızca zannediyorlar. (Casiye Suresi, 23-24)
Dünya Hayatının Durumu
Ölüm, yeniden diriliş, ahiret gibi, inkarcıların şüphe içinde oldukları
konular, aslında insanın hayatı boyunca karşı karşıya olduğu gerçeklerdir.
Uyku ve rüya bu konuda önemli bir örnektir. Ölümden sonra dirilişi inatla
inkar eden ve sürekli ölümden kaçan bir kişi aslında her gece uykusunda ölüp,
her sabah dirildiğinin şuurunda değildir. Allah'ın Kuran'da uyku ile ilgili
bildirdikleri konunun anlaşılmasına yardımcı olur:
Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de
uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı
verilmişolanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuşbir ecele kadar
salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler
vardır. (Zümer Suresi, 42)
Sizi geceleyin öldüren (uyutan) ve gündüzün 'güç yetirip
etkilemekte (yapıp kazanmakta) olduklarınızı' bilen, sonra adı konulmuşecel
doluncaya kadar onda sizi dirilten (uyandıran) O'dur. Sonra 'en son
dönüşünüz' O'nadır. Sonra yapmakta olduklarınızı size O haber verecektir.
(Enam Suresi, 60)
Ayetlerde de bildirildiği gibi, uyku hali "ölüm" olarak adlandırılmakta,
bildiğimiz "ölüm"le uyku arasında bir ayırım yapılmamaktadır.
Uyku, insan ruhunun, uyanıkken kullandığı bedeni terk etmesidir. Rüya görmeye
başlandığında ise bu kez yepyeni bir beden kullanılmaya başlanır ve yepyeni bir
ortam algılanır. Çoğu zaman bunun rüya olduğunun bile farkında değilizdir.
Rüyamızda korkar, hüzünlenir, sevinir, acı duyar ya da zevk alırız. Rüyamızda
başımıza gelen olayların gerçek olduğundan o kadar eminizdir ki bu olaylara,
uyanıkken verdiğimiz tepkilerin benzerini veririz.
Teknik olarak mümkün olsa ve bize dışarıdan müdahele edip, aslında
gördüklerimizin yalnızca hayalden ibaret olduğunu söyleseler, buna aldırışbile
etmez hatta buna inanmayız. Oysa, yaşadıklarımızı dışdünyada sağlayan hiçbir
maddi gerçeklik yoktur ve rüyada yaşadığımız tüm olaylar Allah'ın ruhumuza
algılattığı bir görüntü ve hisler bütünüdür.
Ancak göz ardı edilmemesi gereken en önemli nokta, uykudan uyandığımızda da
bu ilahi kanunun değişmediğidir. Allah rüyaların doğrudan Kendi İrade ve
yaratmasına tabi olduklarını, "Hani Allah, onları
sana uykunda az gösteriyordu; eğer sana çok gösterseydi, gerçekten yılgınlığa
kapılacaktınız ve işkonusunda gerçekten çekişmeye düşecektiniz. Ancak Allah
esenlik (kurtuluş) bağışladı. Çünkü O, elbette sinelerin özünde saklı duranı
bilendir." (Enfal Suresi, 43) ayetiyle haber vermiş, "Karşı
karşıya geldiğinizde, Allah, 'olacağı olan işi gerçekleştirmek' için, onları
gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve (bütün)
işler Allah'a döndürülür." (Enfal Suresi, 44) ayetiyle normal hayatta da aynı
kuralın işlediğini bildirmiştir. Allah, madde hakkında algıladığımız his ve
görüntülerin tamamen Kendi istek ve yaratmasına tabi olduğuna bir başka ayette
de şöyle dikkat çekmektedir:
Karşı karşıya gelen iki toplulukta, sizin için andolsun
bir ayet (ibret) vardır. Bir topluluk, Allah yolunda çarpışıyordu, diğeri
ise kafirdi ki göz görmesiyle karşılarındakini kendilerinin iki katı
görüyorlardı. İşte Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda,
basiret sahipleri için gerçekten bir ibret vardır. (Al-i İmran Suresi, 13)
Günlük hayatta, muhatap olduğumuz varlıklar, yaşadığımız olaylar da aynen
rüya gibi Allah'ın ruhumuza gösterdiği görüntüler, algılattığı hislerden meydana
gelirler. Kendimize ait görüntüler ve fiiller de başka şeylere ait görüntü ve
hareketler de Allah'ın kare kare bunlara ait görüntü ve algıları yaratmasıyla
gerçekleşir. Bu gerçek Kuran'da şöyle açıklanır:
Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü;
attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü'minleri Kendinden güzel bir
imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.
(Enfal Suresi, 17)
Ahiret ve ona ait olan görüntü ve algıların yaratılması da aynı ilahi kanun
çerçevesinde gerçekleşir. Ölümle birlikte, dünya ortamı ve bu ortamda kullanılan
bedenle ilgi kesilir. Ruh ise Allah'ın dilemesiyle ölümsüzdür. Bu dünyadan
ahirete geçişise uykudan uyanıp dünya hayatına geçmeye benzerdir.
Yeniden dirilişle birlikte, ahiret hayatı ve yepyeni bir yaratılışta olan bir
bedenle yeni bir yaşama başlanır.Bu dünyada sonsuz çeşitlilikte görüntüyü, sesi,
kokuyu, tadı, dokunma hissini yaratan Allah, aynı şekilde cennet ve cehenneme
ait sonsuz görüntü ve hisleri de yaratacaktır. Bütün bunların yaratılması Allah
için son derece kolaydır:
... O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL"
der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
Diğer bir gerçekse, dünya hayatı rüyaya göre nasıl daha net ve keskinse,
ahiretin de dünyaya kıyasla çok daha net ve keskin olduğudur. Benzer şekilde,
rüya dünya hayatına nazaran ne kadar kısaysa dünya hayatı da ahirete kıyasla o
kadar hatta kıyaslanamayacak derecede kısadır. Bilindiği gibi zaman, izafi bir
kavramdır. Bu konu günümüzde bilimsel olarak ispatlanmışbir gerçektir. Rüyada
insanın saatler boyu yaşadığını sandığı bir olay dünya zamanına göre yalnızca
birkaç saniyede gerçekleşir. En uzun rüya bile dünyadaki hesaba göre birkaç
dakika sürer. Fakat rüyayı gören kişi belki de rüyasında günler geçirmiştir.
Allah zamanın göreceli olduğunu ayetlerde haber vermektedir:
Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan
bir günde çıkabilmektedir. (Mearic Suresi, 4)
Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,)
sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir. (Secde
Suresi, 5)
Aynı şekilde dünyada uzun yıllar yaşayan bir insan, aslında ahiretteki zaman
boyutuna göre çok az bir süre yaşamışolur. Ahirete gittiklerinde bu gerçeğe
şahit olanların konuşmaları Kuran'da şöyle aktarılır:
Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar
kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık,
sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir
bilseydiniz," "Bizim, sizi boşbir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten
Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Müminun Suresi,
112-115)
Durum böyleyken, insanın sonsuz yaşamını bu geçici dünya hayatı uğruna
tehlikeye atmasının ne büyük bir akılsızlık olduğu ortadadır. Üstelik dünya
hayatının ahiret hayatına kıyasla ne kadar kısa olduğu düşünülürse...
Sonuç olarak, dünyada yaşadıklarımız Allah'ın ruhumuza izlettirdiği
algılardır. İnsanın bedeni de aynı şekilde Allah'ın ruhuna gösterdiği bir
görüntüdür. Allah görüntüyü dilediği zaman değiştirir. İnsan ölünce gözündeki
perde kalkar ve önceden sandığı gibi yok olmadığını anlar. Bu olay Kuran'da
şöyle haber verilir:
O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana)
"İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir" (denildiği zaman da).
Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür. (Artık) Her
bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir. "Andolsun, sen
bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü
açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (Kaf Suresi, 19-22)
İşte o zaman işin gerçeğini daha iyi kavrayan inkarcıların neler
söyleyeceklerini Allah şöyle bildirmiştir:
Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız
yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın vaat ettiğidir,
(demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 52)
Bu andan itibaren inkar eden bir kişiyi, artık telafisi mümkün olmayan ve
sonsuza dek sürecek bir pişmanlık kaplar. İşte bu, en büyük pişmanlıktır.
Evrenin Ölümü
Kuran'da bizlere, evrendeki tüm yaratılmışların
yanında, evrenin kendisinin de bir ölümü olduğu haber verilir. Ölümlü
olan yalnızca insan değildir. Tüm hayvanlar ölür, bitkiler de ölür.
Hatta gezegenler ve yıldızlar da ölür. Ölüm evrendeki tüm
yaratılmışların ortak kaderidir. Allah Katında ezelde belirlenmişolan
bir günde tüm insanlar, canlılar, Dünya, Güneş, Ay, yıldızlar, kısacası
tüm maddesel varlıklar yok olacaktır. Kuran'da bu güne "kıyamet"
(kalkışgünü) adı verilir; bu gün,
"insanların, alemlerin Rabbi için kalkacağı gün"dür.
(Mutaffifin Suresi, 6)
İnsanın ölümünün dehşet verici oluşu gibi, evrenin
ölümü olan kıyamet de dehşet vericidir. O gün, önceden inanmamışolanlar,
Allah'ın azametini, kudretini ilk kez, hem de çok büyük bir şiddetle
hissedeceklerdir. İşte bu nedenle kıyamet, inkarcılar için başlı başına
büyük bir azap, bir dehşet, pişmanlık, acı ve şaşkınlık günüdür.
Kıyameti gören insan, hiçbir şekilde tarif edilemeyecek, dünyadaki tüm
korkulardan yüzlerce kat şiddetli olan bir korkuya kapılacaktır.
Kuran'da, kıyametin aşamaları, bu büyük olayın nasıl gerçekleşeceği ve
bunu gören insanların ne hale geleceği tarif edilir.
Sur'a İlk Üfleniş
Kıyametin başlangıcı Sur'a üfürülmesi ile olur. Bu,
dünyanın ve bütün evrenin toplu yıkımının ve sonun başlangıcının
işaretidir. Artık geriye dönüşyoktur. Bu, dünya hayatının tamamen bitip
herkes için gerçek hayatın, yani ahiretin başladığının sesidir. Bu ses,
inkar edenlerin kalplerinde kesintisiz ve sonsuza dek taşıyacakları
korku, dehşet, yılgınlık ve şaşkınlığı başlatan ilk sestir. İman
etmeyenlerin bundan böyle, sonsuza değin geçirecekleri zorlu günlerin
başladığının habercisidir. Müddessir Suresi'nde kıyamet gününün
inkarcılar için nasıl bir an olduğu şöyle haber verilmiştir:
Çünkü o boruya (sur'a) üfürüldüğü
zaman. İşte o gün, zorlu bir gündür. Kafirler içinse hiç kolay
değildir. (Müddessir Suresi, 8-10)
Sur'a üfürülmesi, elbette ki inkarcılarda büyük bir
dehşet ve huzursuzluk yaratacaktır. Kaynağı görülemeyen, algılanamayan,
tanımlanamayan ürperti verici bir ses, tüm dünyayı kaplayacak, insanlar
büyük bir olayın başladığını hissedeceklerdir. Sur'un sesini duymanın
verdiği huzursuzluk, giderek panik ve dehşete dönüşecektir. Sur'a
üfürülmesinden sonra birbiri ardına gelecek olan olaylar ise, bu dehşeti
hayal edilemeyecek bir seviyeye çıkaracaktır.
Yeryüzünün Yıkımı
Kuran'da bildirildiğine göre, Sur'a üfürülmesini büyük
bir sarsıntı ve kulakları patlatırcasına gelen bir gürleme takip eder.
Bu anda insanlar artık korkunç bir felaketle karşı karşıya olduklarını
anlamışlardır. Dünyanın ve yaşamın yok olmakta olduğu iyice ortaya
çıkmıştır. Bu nedenle de dünya üzerindeki şeylerin değeri bir kaç saniye
içinde sıfıra iner. Kıyametin yalnızca gürültüsü bile insanlar
arasındaki bütün dünyevi bağları kopartıp parçalamaya yeterli olur.
İnsanlar, artık yalnızca bir kaçıp kurtulma duygusuyla dolmuşlardır.
Korku her yeri kaplamış, herkes kendi derdine düşmüştür:
Fakat "kulakları patlatırcasına
olan o gürleme" geldiği zaman, kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar.
Annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından. O gün, onlardan
her birisinin kendine yetecek bir işi vardır. (Abese Suresi, 33-37)
Yerin, şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldıktan sonra
yaratıldığından beri içinde barındırdığı, artık hiçbir anlam ve değeri
kalmayan hazinelerini ve sırlarını dışarı çıkaracağı Kuran'da haber
verilir:
Yer, o şiddetli sarsıntısıyla
sarsıldığı, yer ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı ve insan: "Buna ne
oluyor?" dediği zaman; o gün (yer), haberlerini anlatacaktır. Çünkü
senin Rabbin, ona vahyetmiştir. (Zelzele Suresi, 1-5)
Korkunç bir gürültü, ardından yerin şiddetle
sarsılması ve bir de yeraltındaki maddelerin volkanik patlamalarla her
yandan dışarı boşalması, dünya üzerindeki herşeyin değerini bir anda yok
etmiştir. İnsanlar bu ana kadar bu şeylere çok önem vermektedirler.
Örneğin evleri, işyerleri, arabaları, tarlaları onlar için çok
önemlidir. Tüm hayatlarını iyi bir ev satın alıp içinde oturmak üzerine
kurmuşolabilirler. Ancak bunların ne kadar geçici amaçlar olduğu
kıyametin daha ilk dakikalarında ortaya çıkar. İnsanların hayatlarını
adadıkları yapılar, kağıttan bir ev gibi bir anda yıkılıp yok olur.
Hayatını içinde çalıştığı şirkette yükselmeye adamışolan bir insan,
artık bir hiç haline gelmiştir. Bir ülkede iktidarı ele geçirmek için
çaba harcamışolan bir başkası da aynı korkunç durumdadır. Çünkü artık
ortada ülke kalmamıştır... Allah rızası için yapılmışibadetler dışında
herşey anlamını yitirmiştir. Kuran'da bildirildiği gibi,
"O, 'herşeyi batırıp gömen büyük-felaket'
(Kıyamet) geldiği zaman. O gün, insan, neye çaba harcadığını
düşünüp-anlar. Görebilenler için cehennem de sergilenmiştir." (Naziat
Suresi, 34-36)
-
Dağların Parçalanışı
Kıyamet günü yaşanan felaketler hayal gücünün
alamayacağı niteliktedir. Yeryüzündeki en sağlam yapılar olan heybetli,
sarsılmaz dağlar yerlerinden oynatılıp yürütülür; köklerinden savrulur,
yakılır, paramparça edilirler. En ufak bir depremde paniğe kapılan, kimi
zaman bütün bir geceyi korkudan sokakta geçiren insanlar için,
gözlerinin önünde dağların yerinden oynatıldığı türden bir felaket
dayanılabilecek gibi değildir.
Kuran'da dağların kıyamet günündeki durumları şöyle
tasvir edilir:
Artık Sur'a tek bir üfürülüşle
üfürüleceğ, yeryüzü ve dağlar yerlerinden oynatılıp kaldırılacağı,
ardından tek bir çarpma ile birbirlerine çarpılıp parça parça
olacağı zaman. İşte o gün, vakıa (bir gerçek olan kıyamet) artık
vuku bulmuş(gerçekleşmiş)tur. (Hakka Suresi, 13-15)
Şüphesiz o hüküm (fasl) günü,
belirlenmiş bir vakittir. Sur'a üfürüleceği gün, artık siz dalga
dalga geleceksiniz. O sırada gök açılmış ve kapı kapı olmuştur.
Dağlar yürütülmüş, artık bir serap oluvermiştir. (Nebe Suresi,
17-20)
Dağlar, yürütüldüğü zaman. Gebe
develer, kendi başına terkedildiği zaman. Vahşi-hayvanlar,
toplandığı zaman. (Tekvir Suresi, 3-5)
Ve dağların 'etrafa saçılmış'
renkli yünler gibi olacakları (gün). (Kaaria Suresi, 5)
O gün, taş, toprak ve kayalardan meydana gelen kapkara
dağları bile rengarenk yün parçaları gibi etrafa savuran sınırsız,
kahredici bir güç vardır. İnsan bu gücün, "doğanın gücü" olmadığının
artık çok iyi farkındadır. Bir zamanlar ilah edindiği, müstakil bir güç
sahibi zannederek isim taktığı "tabiat ana", kendi yok oluşuna bile çare
bulamamaktadır. Allah'ı gereği gibi takdir edemeyip inkar eden insanlar
kıyamet günü hayatları boyunca yanlışyerlere atfettikleri bu gücün
gerçek sahibinin kim olduğunu anlarlar. Ama bu, artık onlara hiçbir
fayda sağlamayacaktır. Yaşamları boyunca akıl ve vicdanlarıyla
anlayamadıkları gerçeği, şimdi dehşetle anlayacaktır.
Bu dehşet, o gün, canlı cansız tüm varlıkları
sarmıştır. Kıyamet günü yaşanan her sahneye bu korku ve dehşet hakimdir.
İnsan, hayvan ve tabiat, hepsi bu ortak korku altında ezilirler. Artık
ne dağlar bildiğimiz heybetli dağlar, ne deniz alıştığımız engin deniz,
ne de gök o eski sınırsız, erişilmez göktür. Güneş, yıldızlar, bütün
evren kıyametin sarsıntısıyla kuşatılmış, kendilerini yaratana boyun
eğmiştir. Koskoca dağlar kumdan kaleler gibi ufalanırlarken, bu
dağların, denizlerin, yıldızların yanında çok daha küçük ve aciz olan
insan ise, korku ve telaşının içinde ezilecek, büyük bir yıkım
yaşayacaktır. O günün dehşetinden yalnızca Allah'tan korkup sakınan,
O'na iman etmişve hayatı boyunca Kuran'a bağlı yaşamışolanlar
korunacaktır. Bu Allah'ın Kuran'da vaat ettiği bir gerçektir:
Sur'a üfürüleceği gün, Allah'ın
dilediği kimseler dışında, göklerde ve yerde olan herkes artık
korkuya kapılmıştır ve her biri 'boyun bükmüş' olarak O'na
gelmişlerdir. (Neml Suresi, 87)
-
Denizlerin Kaynaması
Kıyamet gününün dehşetini anlamak için şu anda sahip
olduğumuz düşünce kıstasları yeterli değildir. Ama o gün meydana gelecek
yıkımın Allah'ın sonsuz kudretinin bir tecellisi olacağını bilmek,
insanı felaketin boyutları hakkında fikir sahibi yapabilir. Örneğin
dünyadaki en büyük kütle ve en büyük hayat kaynağı olan okyanusların
benzin gibi tutuşturulması ve taşırılması o gün hakkında Kuran'da
insanlara verilen örneklerden biridir:
Denizler, tutuşturulduğu zaman.
Nefisler, birleştiği zaman.
(Tekvir Suresi, 6-7)
Denizler, fışkırtılıp-taşırıldığı
zaman. (İnfitar Suresi, 3)
Göklerin
Yok Edilişi
Kıyamet gününün yıkımı ve dehşeti yalnızca dünyayı
değil, evrenin de tümünü kaplar. Yeryüzü, yerin altı, dağlar, denizler
için olduğu gibi gökyüzü, Ay, Güneş, yıldızlar ve gezegenler için de
belirlenmişölüm vakti gelmiştir. Allah Kuran'da, o büyük gün hakkında
şöyle buyurur:
Şüphesiz, size vadedilen
gerçekleşecektir. Yıldızlar 'örtülüp
(ışıkları) silindiği' zaman. Gök yarıldığı zaman. Dağlar, kökünden
sökülüp savurulduğu zaman. (Mürselat Suresi, 7-10)
Kıyametle beraber, insanın bildiği, alıştığı ve
sonsuza dek süreceğini sandığı bütün varlıklar ve düzenler temelinden
bozulmaya uğrar, darmadağın olur ve en sonunda yokluğa karışırlar. O gün
gökyüzünün uğradığı akıbet de böyledir. Gökyüzü, insanın doğumundan
itibaren varlığından ve devamından emin olduğu, kendisini koruyan bir
tavandır. Oysa kıyamet günü hayatı boyunca insanı saran atmosfer, o gün
aynen erimişmaden gibi akkor haline gelir. Kuran'da, o gün gökyüzünün
durumu, "gökyüzünün erimişmaden gibi olacağı gün" (Mearic Suresi,
şeklinde tarif edilmektedir.
Kıyamette gerçekleşecek olan bu büyük olayların insana
vereceği dehşet, normal zamanlarda oluşan doğal felaketlerin verdiği
korku ile kıyaslanarak belki kısmen anlaşılabilir. Depremler ya da
volkanik patlamalar, bilindiği gibi insanların en çok korktuğu
olaylardandır. Yeryüzünün doğal, süregelen ve alışılmışşartlarında
meydana gelen bu tür değişiklikler, çoğu insanda büyük panik meydana
getirir. Depremle çatlayan yer kabuğu veya lav püskürten bir volkan,
insandaki alışmışlığı ve rahatı bir anda ortadan kaldırır. İnsan,
umursamadan her gün bastığı sağlam zeminin değerini, o felaket anında
çok iyi anlar.
Ancak verdiği bütün acılara rağmen deprem veya
yanardağ patlaması, geçici olaylardır. Bir deprem ya da patlama yaşanır
ve biter. Bir süre sonra acıları unutulur, bir anı olarak kalır. Ama
kıyamet günü, ne bir depreme ne de başka bir afete benzemez. Bu günde
birbiri ardına gelen inanılmaz yıkımlar, var olan herşeyin artık geri
dönüşü olmaksızın yok olduğunun açık delilidir. Örneğin insanın hayal
gücünü aşan bir olay gerçekleşecek ve gökyüzü, çatlayarak yarılacaktır.
Bu, insanın bildiği tüm "fizik kuralları"nın, güvendiği her türlü
kavramın bir anda yok olması demektir. Binlerce yıldır varlığına
alışılmışyeri ve göğü, onları inşa eden Yüce Allah paramparça eder.
Kuran'da, o an "Gök çatlayıp-yarıldığı zaman, yıldızlar,
dağılıp-yayıldığı zaman, denizler, fışkırtılıp-taşırıldığı zaman"
(İnfitar Suresi, 1-3) olarak tarif edilmektedir. Başka ayetlerde ise, bu
olay şöyle haber verilir:
Gök, yarılıp-parçalandığı. Ve
'kendi yaratılışına uygun' Rabbine boyun eğdiği zaman. (İnşikak
Suresi, 1-2)
İnsanların dünyada gözlerinde büyüttükleri herşey
parça parça edilmiştir. Gökyüzü cisimleri de birer birer ölürler. Bu,
ayetlerde bildirildiği gibi,
"Güneşköreltildiği zaman, yıldızlar, bulanıklaşıp-döküldüğü zaman"dır.
(Tekvir Suresi, 1-2) Yüzbinlerce yıldır ışık saçan,
dünyanın hayat ve enerji kaynağı Güneş, dürülüp söndürülünce onun gerçek
bir sahibinin olduğu ve o ana kadar ancak O'nun emriyle hareket ettiği
gözler önüne serilir. İnsanların hep erişilmez, muhteşem, esrarengiz
gördükleri ve içinde evrenin engin sırları barınır sandıkları yıldızlar
bir bir düşürülüp söndürülür. Sarsılmaz dağlar yerinden oynatılıp
yürütülür, uçsuz bucaksız engin denizler kaynatılıp buharlaşır, herşeyin
varlığının ve yazgısının gerçek sahibinin kim olduğu, herşeyin üstündeki
tek ve gerçek kudret sahibinin kim olduğu, yegane hakimiyetin kime ait
olduğu tüm açıklığıyla ortaya çıkar. Artık verilen süre tamamlanmışve
dinden uzak insanlar içine daldıkları gafletten olabilecek en büyük
felaket ile uyandırılmıştır. Bu gafletin sebebi söz konusu insanların
Allah'ın "kadrini" (gücünü, kuvvetini) henüz dünyada iken tam olarak
anlayamamışolmalarıdır. Oysa o gün evrenin ve yaşamın sahibinin kim
olduğu çok iyi anlaşılacaktır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla
takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu
(kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk
koştuklarından münezzeh ve Yücedir. (Zümer Suresi, 67)
İnsanların İçinde Bulunduğu Durum
Kıyametin doğurduğu bütün bu korku, dehşet ve
şaşkınlık inkarcı insanın dünya hayatındaki gafletinin karşılığıdır.
İnsan dünyada kıyametten ne kadar gaflette ve ona karşı ne kadar
hazırlıksızsa, o gün kapılacağı dehşet de o denli büyük olur. Bu korku
ve dehşet hissi, kendisine ölüm anı gelmesinden itibaren sonsuza kadar
inkarcının peşini bırakmaz. Her an, her olay onun için bir korku
vesilesidir. Artık önündeki her saniye kendisini dehşet verici azaplar
beklemektedir. Karşılaştığı her dehşet, ayrıca ileride karşılaşacağının
korkusunu da doğurur. Bu korku, çocukların saçlarını bile bir anda
ağartabilen bir korkudur. Allah Kuran'da şöyle buyurur:
Eğer inkar edecek olursanız,
çocukların saçlarını ağartan bir günde kendinizi nasıl
koruyacaksınız? Bu nedenle gök bile yarılıp-çatlamıştır; (artık)
O'nun va'di gerçekleştirilip-yerine getirilmiştir. (Müzzemmil
Suresi, 17-18)
Allah'ı, yapıp ettiklerinden habersiz sananlar o anda
kendilerinin aslında kıyamet gününe kadar zaman verilmişaciz varlıklar
olduklarını anlarlar. Çünkü Allah, o zamana dek
"… onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne
ertelemektedir." (İbrahim Suresi, 42) Başka ayetlerde,
inkarcıların korku ve şaşkınlığı şöyle tarif edilir:
Kaari'a... Nedir kaari'a? Sana o
kaaria'yı bildiren nedir? İnsanların, 'her yana dağılmış' pervaneler
gibi olacakları gün ve dağların 'etrafa saçılmış' renkli yünler gibi
olacakları (gün). (Kaaria Suresi, 1-5)
Dünyada en kuvvetli bağlardan biri olan annenin
çocuğuna duyduğu koruma ve sevgi bağı bile kıyametin şiddetiyle
parçalanıp kopar. Gebeler korkudan çocuklarını düşürürler. O büyük şok
insanlara şuurlarını kaybettirir. Şaşkınlık ve panikten afallamış,
kendini bilmez sarhoşlar gibi etrafa yayılmışlardır. Allah'ın azabının
şiddeti karşısında inkarcıların durumu Kuran'da şöyle bildirilir:
Ey insanlar, Rabbiniz'den
korkup-sakının, çünkü kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir.
Onu gördüğünüz gün, her emzikli kendi emzirdiğini unutup geçecek ve
her gebe kendi yükünü düşürecektir. İnsanları da
sarhoşolmuşgörürsün, oysa onlar sarhoşdeğillerdir. Ancak Allah'ın
azabı pek şiddetlidir. (Hac Suresi, 1-2)
İnsanların o gün, korku ve dehşetle birlikte
tattıkları en kahredici duygulardan birisi de çaresizliktir. Dünyada
başına gelebilecek muhtemel her türlü felaket için tedbirini alan, en
ölümcül afet, en büyük deprem, en şiddetli kasırga, en dehşetli nükleer
savaşiçin bile korunmasını ve sığınağını hazırlayan insanoğlu, öyle bir
olayla karşı karşıya gelir ki kaçıp sığınabileceği, barınabileceği tek
bir güvenli yer kalmamıştır. Eğer inkarcı ise Allah'tan hiçbir yardım
görmez. Yardım görebileceği başka herhangi bir merci, bir otorite de
yoktur. Eskiden bir yol gösterici ve kurtarıcı sandığı bilim ve
teknolojinin de artık hiçbir değeri kalmamıştır. En ileri teknolojiye
sahip olsa, değil Ay'a, uzayın en uzak köşesine kaçıp saklansa azap
kendisini orada da bulacaktır. Çünkü kıyamet bütün evreni kaplamıştır.
Yalnızca üzerinde bir zamanlar güven içinde yürüdüğü yeryüzü değil,
erişilmez sandığı uzak yıldızlar bile Allah'ın emrine boyun eğmişler,
"bulanıklaşıp-dökülmüştürler". (Tekvir
Suresi, 2) İnsanların o günkü çaresizliği Kuran'da şöyle
anlatılır:
Ay karardığı, Güneşve Ay
birleştirildiği zaman. İnsan o gün: "Kaçışnereye?" der. Hayır,
sığınacak herhangi bir yer yok. O gün, 'sonunda varılıp karar
kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbinin Katıdır. (Kıyamet
Suresi, 8-12)
SUR'A İKİNCİ
KEZ ÜFLENİŞ VE ÖLÜLERİN DİRİLTİLMESİ
Sur'a ilk olarak üflenmesiyle birlikte yer ve gök
paramparça edilmişve evren ölmüştür. Canlı hiçbir varlık kalmamıştır.
Kuran'da bildirildiği gibi, "yer başka bir
yere, gökler de başka göklere dönüştürülmüştür". (İbrahim Suresi, 48)
Bu dönüşümden sonra mahşer günü için hazırlanan ortamı Rabbimiz şöyle
haber verir:
Sana dağlar hakkında soruyorlar.
De ki: "Benim Rabbim, onları darmadağın edip savuracak"
"Yerlerini bomboş, çırçıplak
bırakacaktır."
"Orada ne bir eğrilik göreceksin,
ne de bir tümsek." (Taha Suresi, 105-107)
İşte hesap günü insanların üzerinde dirilip, biraraya
gelip, hesaplarını ve akıbetlerini bekleyecekleri yer budur. Artık sıra
insanların diriltilip tek olan, Kahhar olan Allah'ın huzuruna
çıkarılmalarına gelmiştir. Ve Sur'a ikinci kez üfürülür. Dünya hayatında
ahireti ve yeniden dirilişi inkar eden insan bir daha uyanmayı hiç
beklemediği kabrinin içinden dışarı atılır. Sur'a bu ikinci üfürülüşve
insanların dirilmesi Kuran'da şöyle bildirilir:
Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın
diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi.
Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmışdurumda
gözetliyorlar. Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı... (Zümer Suresi,
68-69)
Ölülerin
Mezarlarından Çıkmaları
İnsanların dirilişleri esnasında ve dirildikten
sonraki durumları ayetlerde ayrıntılı olarak tarif edilmiştir. Kuran'da
haber verildiğine göre o büyük dirilişşöyle gerçekleşir:
- Sur'a ikinci kez üfürülmesiyle birlikte toprağın
altından dışarı çağrılan insanlar, yayılan çekirgeler gibi ve hızla
koşarak kabirlerinden dışarı çıkarlar.
Gözleri 'zillet ve dehşetten
düşmüşolarak', sanki 'yayılan' çekirgeler gibi kabirlerinden
çıkarlar. (Kamer Suresi, 7)
... Sonra sizi yerden (toprağın
altından) bir (kere) çağırma ile çağırdığı zaman, hemencecik siz
(bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız. (Rum Suresi, 25)
O gün yer, onlardan
çatlayıp-ayrılır da (onlar,) hızla koşarlar. İşte bu, Bize göre
oldukça-kolay olan bir haşir (sizi birarada toplama)dır. (Kaf
Suresi, 44)
- Kendilerini çağıran çağırıcıya doğru yönelirler ve
dikili bir şeye doğru yönelmişgibi boyunlarını çağırıcıya uzatmışolarak
koşmaya başlarlar. Ve bu çağrı daha önce benzerine rastlanmışbir çağrı
da değildir:
... O çağırıcının 'ne tanınmış, ne
görülmüş' bir şeye çağıracağı gün... (Kamer Suresi, 6)
O gün, kendisinden sapma imkanı
olamayan çağırıcıya uyacaklar... (Taha Suresi, 108)
... sanki onlar dikili bir şeye
yönelmişgibidirler. (Mearic Suresi, 43)
Dünyada Allah'ın sınırlarını tanımayan, Allah'a itaat
etmeyen, büyüklenen inkarcı, dirilir dirilmez birden çok itaatli, boyun
eğici bir hale gelir. Ne olup bittiğini sorgulamadan, kayıtsız şartsız
bu çağrıya icabet eder. Dünyadaki imtihan sona erdiği için başka seçim
imkanı zaten yoktur. Aksini yapmayı istese de yapamaz. Hatta isteyemez
bile. Bu çağrıya karşı koymaya hiçbir gücü yoktur. O nedenle bu günün
"zorlu bir gün" olduğunu gerçekten hissetmiştir:
Boyunlarını çağırana doğru
uzatmışolarak koşarlarken, kafirler derler ki: "Bu, zorlu bir gün."
(Kamer Suresi,
- İnkar edenler başlarını dikerek koşarlar, gözler
dönmez, hareket edemez. Herkes kayıtsız şartsız bir itaat içindedir. O
gün insanların sahip olabileceği tek geçerli ve değerli şey imandır. O
da inkarcılarda yoktur. Bu yüzden kalpleri bomboştur:
Başlarını dikerek koşarlar,
gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez. Kalpleri (sanki) bomboştur.
(İbrahim Suresi, 43)
- Allah'ın huzuruna doğru dalga dalga süzülürler:
Sur'a üfürüleceği gün, artık siz
dalga dalga geleceksiniz. (Nebe Suresi, 18)
Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar
kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde)
süzülüp-giderler. Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize,
uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman
(olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru
söylemiş". (Yasin Suresi, 51-52)
Ayette haber verilen "eyvah" ifadesi, çok büyük bir
panik ve hayal kırıklığının ifadesidir. Çünkü kendi dirilişine bizzat
şahit olan inkarcı kişi, hayatı boyunca kendisine bunu haber veren
elçilerin gerçekten doğru söylediklerini anlamıştır. Dolayısıyla inkar
edenlere müjdelenen, "dönüşü olmayan ebedi azab"ı da bizzat yaşayacağını
idrak etmiştir. Artık bundan hiçbir şüphesi yoktur. "Ebedi uyku" diye
bir şey olmadığını anlamıştır. Kendisine vaat edilenlerin birer birer
başına geleceğinden, hiçbir kurtuluşümidi olmadığından emindir.
- İnkarcıların kıyamet günü yaşadıkları genel ruh
halleri korku, dehşet, yılgınlık, şaşkınlık ve çaresizliktir; genel
görünümleri ise daha da dehşet vericidir. Yüzleri kapkaradır; toz,
karartı ve zillet (aşağılanma) kaplamıştır:
O gün, öyle yüzler vardır ki,
'zillet içinde aşağılanmıştır.' (Gaşiye Suresi, 2)
Ve o gün öyle yüzler vardır ki
üzerini toz bürümüştür. Bir karartı sarıp kaplamıştır. İşte onlar
da, kafir facir olanlardır. (Abese Suresi, 40-42)
Kıyamet günü, Allah'a karşı yalan
söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Büyüklenenler
için cehennemde bir konaklama yeri mi yok? (Zümer Suresi, 60)
- Allah'a iman etmeyenler kıyamet günü kör olarak
haşredilirler:
Kim de Benim zikrimden yüz
çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve Biz onu
kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.
O da (şöyle) demişolur: "Ben
görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak haşrettin Rabbim?"
(Allah da) Der ki: "İşte böyle,
sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen
işte böyle unutulmaktasın." (Taha Suresi, 124-126)
Allah, kimi hidayete erdirirse,
işte o, hidayet bulmuştur, kimi saptırırsa onlar için O'nun dışında
asla veliler bulamazsın. Kıyamet günü, Biz onları yüzükoyun körler,
dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Onların barınma yerleri
cehennemdir; ateşi sükun buldukça, çılgın alevini onlara arttırırız.
(İsra Suresi, 97)
- İnkarcıların kör gözleri de korkunçluk ve
iğrençliklerini artırır bir şekildedir. Allah onların gözlerinin alacağı
şekli şöyle haber vermektedir:
Sur'a üfürüleceği gün, Biz
suçlu-günahkarları o gün, (yüzleri kara, gözleri) gömgök (kaskatı ve
kör) olarak' toplayacağız. (Taha Suresi, 102)
Bu korkunç, aynı zamanda da aşağılık görünümleriyle
inkarcılar ilk bakışta, müminlerden ayrılırlar. Dünyadayken kibir ve
gösterişiçinde, Allah'ın ayetlerine karşı savaşaçan, büyüklenen bu
güruhun sonlarının başlangıcı işte böyle olur.
O Gün Dostluk, Akrabalık,
Yakınlık ve Yardımlaşma Yoktur
O gün insanın başkalarıyla, hatta kendi annesi,
babası, eşi ve çocuklarıyla bile ilgilenmeye ne hali ne fırsatı vardır.
Mahşer gününün şiddeti ve olağanüstü korkusu herkesi kendi derdine
düşürür. Allah, o dirilişgününü şöyle tarif etmektedir:
Din gününü sana bildiren şey
nedir? Ve yine din gününü sana bildiren şey nedir? Hiçbir nefsin bir
başka nefse herhangi bir şeye güç yetiremeyeceği gündür; o gün emir
yalnızca Allah'ındır. (İnfitar Suresi, 17-19)
Fakat 'kulakları patlatırcasına
olan o gürleme' geldiği zaman, kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar;
Annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından. O gün, onlardan
her birisinin kendine yetecek bir işi vardır. (Abese Suresi, 33-37)
Dünya hayatında kişinin en çok değer verdiği put
edindiği bağlar, böylece Allah'ın azabı karşısında paramparça olur.
Artık insanlar arasındaki dünyevi yakınlıkların, soy bağlarının hiçbir
anlamı kalmamıştır. Değeri olan tek şey, imandır:
Böylece Sur'a üfürüldüğü zaman
artık o gün aralarında soylar (veya soybağları) yoktur ve (üstünlük
unsuru olarak soyluluğu veya birbirlerine durumlarını)
soruşturmazlar da. Artık kimin tartısı ağır basarsa, işte onlar,
kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Kimin tartısı hafif gelirse,
işte onlar da kendi nefislerini hüsrana uğratanlar, cehennemde de
ebedi olarak kalacak olanlardır." (Müminun Suresi, 101-103)
Dünyadaki bağlar ve ilişkiler öyle bir parçalanır ki,
sözde en çok sevilen oğullar, eşler, kardeşler, hatta bütün soy,
inkarcılar tarafından azaba karşılık fidye olarak teklif edilir:
(Böyle bir günde) Hiçbir yakın
dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir
suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını
fidye olarak vermek ister. Kendi eşini ve kardeşini. Ve onu
barındıran aşiretini de. Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de);
sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o
(cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir. (Mearic Suresi,
10-15)
Mahşer günü yaşanacak olan bu "fidye teklifi", dünya
hayatının ne denli boşolduğunu da gösterir. Dünya hayatında bazı
insanlar küçük çıkarlar peşinde koşar. İyi bir iş, güzel bir ev, para,
makam mevki sahibi olmak uğruna bütün bir ömür çalışılır. Buna karşın,
Kuran'da haber verildiği üzere tek bir kadın veya erkek değil dünyadaki
kadınların veya erkeklerin tümü, tek bir ev değil dünyadaki bütün
mülkler, yeryüzünün altın ve gümüşbütün hazineleri, hatta bütün dünya,
mahşer gününün azabından kurtulmak için fidye olarak verilmek
istenecektir. Ama elbette bu umutsuz bir çabadır ve insanı hiçbir
şekilde kurtaramaz.
İnsanların Hesap İçin Toplanmaları
Kuran'da, insanın yaşamının varacağı son şöyle
açıklanır:
Ey insan, gerçekten sen, hiç
durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın; sonunda
O'na varacaksın. (İnşikak Suresi, 6)
Hayatımız boyunca ne yaparsak yapalım, harcadığımız
bütün çabaların sonucunda ulaşacağımız son nokta, Allah'ın huzuruna
çıkacağımız andır. Tüm bu hayatın amacı, O'na kulluk etmektir. Hayatın
en önemli anı ise, Allah'a hesap vereceğimiz mahşer günüdür.
Dünyadaki yaşamımız boyunca geçen her gün, bizi o
mahşer gününe biraz daha yakınlaştırır. Geçen her saat, her dakika,
hatta her saniye, ölüme, yeniden dirilişe ve hesaba doğru atılmışbir
adımdır. Hayat, bir kum saati gibi sürekli olarak bu yöne doğru akar.
Saati durdurmanın ya da geri çevirmenin yolu yoktur. Tüm insanlar, bu
yolu izleyeceklerdir. Allah, Kuran'da şöyle hükmetmektedir:
Şüphesiz onların dönüşleri
Bizedir. Sonra onları hesaba çekmek de elbette Bize aittir. (Gaşiye
Suresi, 25-26)
Şu an dünyada milyarlarca insan yaşamaktadır. Bu
sayıya şimdiye dek yaşamışve bundan sonra da yaşayacak insanların
sayısını eklersek, mahşer (diriliş) günü mezarlarından çıkıp toplanacak
insan kalabalığının olağanüstü bir görüntü oluşturacağını anlayabiliriz.
İlk insan Hz. Adem'den, kıyamet günü canı alınacak son insana kadar
yeryüzünde yaşamışinsanların tümü bu mahşer meydanında biraraya
gelecektir. Sayısı milyarlarla ifade edilebilecek bu insan topluluğunun
oluşturacağı manzara son derece görkemli olacaktır. Fakat aynı zamanda
bir o kadar da ürkütücü ve dehşet verici olacağı kesindir. Allah'ın
huzurunda toplanma anı ve insanların durumu Kuran'da şöyle anlatılır:
O gün, kendisinden sapma imkanı
olamayan çağırıcıya uyacaklar. Rahman (olan Allah)a karşı sesler
kısılmıştır; artık bir hırıltıdan başka bir şey işitemezsin.
O gün, Rahman (olan Allah)'ın
kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının
şefaati bir yarar sağlamaz.
O, önlerindekini de,
arkalarındakini de bilir. Onlar ise, bilgi bakımından O'nu kavrayıp
kuşatamazlar.
(Artık bütün) Yüzler, diri, kaim
olanın önünde eğik durmuştur ve zulüm yüklenen ise yok olup
gitmiştir. (Taha Suresi, 108-111)
İnkarcıların bütün bir ömür boyu göz ardı ettiği,
müminlerin ise şevkle hazırlanıp beklediği hesap anı gelmiştir. Bu büyük
mahkeme için görkemli bir mekan yaratılır. O gün, ayette bildirildiğine
göre, "Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o
gün, 'sarkmış-za'fa uğramıştır.' Melek(ler) ise, onun çevresi
üzerindedir. O gün, Rabbinin arşını onların da üstünde sekiz (melek)
taşır." (Hakka Suresi, 16-17) Bir başka ayette ise, o
gün, "Ruh ve meleklerin saflar halinde
duracakları gün..." (Nebe Suresi, 38) olarak tarif
edilir.
Alemlerin Rabbi olan Allah o gün yarattığı kullarından
hesap soracaktır. İnkar edenler için sonsuz bir azap kaynağı da
yaratmıştır. Kimse o gün O'nun vereceği acının bir benzerini veremez.
Kuran'da şöyle haber verilir:
Hayır; yer, parça parça yıkılıp
darmadağın olduğu, Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler dizi dizi
durduğu zaman; O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün
düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? Der ki:
"Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim."
Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz.
O'nun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 21-26)
İnsan, eğer dünyadaki yaşamında Allah'a kulluk
görevini yerine getirmeyip, bu büyük güne iman edip ona hazırlık
yapmamışsa, pişmanlığın en büyüğünü yaşayacaktır. O gün inkar eden kişi
"Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim" (Nebe Suresi, 40) diyecektir.
Ancak bu pişmanlığın faydası yoktur; onu azaptan kurtaramayacaktır.
Aksine, bu pişmanlık onun için yeni bir azap kaynağı olacak, cehennemde
çekeceği fiziksel acıların üzerine bir de manevi işkence olarak
eklenecektir.
Kitapların Verilişi, Teraziler ve Hesaba Çekilme
İnkarcıların dirilmelerinin ardından, hesaba çekilecek
olmanın verdiği korku ve sıkıntı başlar. İnsanın dünyadaki yaşamı
sırasında her yaptığı, her düşündüğü gözler önüne serilir. En ufak bir
ayrıntı bile unutulmaz. Bir ayette şöyle bildirilir:
"… Gerçekten bir hardal tanesi
ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde
veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir.
(açığa çıkarır) Şüphesiz Allah, Latif olandır, (herşeyden)
haberdardır." (Lokman Suresi, 16)
İnsanlar hesaba çekildiklerinde kendi amel
defterlerinden dünyada ahiret için neyi hazırladıklarını öğrenirler.
Kuran'da, o an şöyle anlatılır:
O gün insanlar, amelleri
kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük fırlayıp-çıkarlar. Artık
kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre
ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür. (Zelzele Suresi,
6-8)
Kuran'da bildirildiğine göre, hesap defterleri
inkarcılara sol ellerinden, müminlere ise sağ ellerinden verilecektir.
"Sağın adamları", bir ayette şöyle anlatılır:
Siz o gün arzolunursunuz; sizden
yana hiçbir gizli (şey), gizli kalmaz. Artık kitabı sağ-eline
verilen kişi, der ki: "Alın, kitabımı okuyun." "Çünkü ben, gerçekten
hesabıma kavuşacağımı sanmış(anlamış)tım." Artık o, hoşnut bir
yaşama içindedir. Yüksek bir cennette. Devşirilecek (meyve ve eşsiz
ürün) leri pek yakındır. "Geride kalan günlerde, 'peşin olarak
sunduklarınıza karşılık olmak üzere,' afiyetle yiyin ve için."
(Hakka Suresi, 18-24)
Müminlerin bu sevinç ve coşkusuna karşın inkar edenler
büyük bir utanç ve pişmanlık içindedirler. Ölmeyi hatta yok olmayı
isterler. Üstteki ayetin devamında inkarcıların çaresizlikleri şöyle
haber verilir:
Kitabı sol eline verilen ise; o
da, der ki: "Bana keşke kitabım verilmeseydi. Hesabımı hiç
bilmeseydim. Keşke o (ölüm herşeyi) kesip bitirseydi. Malım bana
hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup gitti." (Hakka
Suresi, 25-29)
Başka ayetlerde, sağın ve solun adamları arasındaki
farkı Allah şöyle bildirmektedir:
Artık kimin kitabı sağ yanından
verilirse. O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek. Ve
kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüşolacaktır. Kimin de kitabı
ardından verilirse. O da, helak (yok olmay)ı çağıracak. Çılgın
alevli ateşe girecek. Çünkü o, (dünyada) kendi yakınları arasında
sevinçliydi. Doğrusu o, (Rabbine) bir daha dönmeyeceğini sanmıştı.
Hayır; gerçekten Rabbi, kendisini çok iyi görendi. (İnşikak Suresi,
7-15)
Kitaplardaki ameller, hesap günü için özel
hazırlanmışduyarlı terazilerde tartılır. O gün, Allah'ın adaleti
karşısında kimse zerre kadar haksızlığa uğratılmaz:
Biz ise, kıyamet gününe ait
duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle
haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye)
getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz. (Enbiya Suresi, 47)
Dünya hayatında yapılan her amel, en küçük ayrıntılar
bile eksik kalmaksızın bu tartıya konulmuştur. Bu tartının ibresi sonsuz
azaba veya sonsuz kurtuluşve mutluluğa götürecek kararı belirler. Eğer
tartı ağır basarsa cennete, hafif kalırsa ateşukuruna girilecektir.
Allah'tan başka hiçbir güç veya yardımcı o anda insana yardım edemez:
İşte, kimin tartıları ağır
basarsa, artık o, hoşnut olunan bir hayat içindedir. Kimin tartıları
hafif kalırsa, artık onun da anası (son durağı) "haviye"dir
(uçurum). Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir? O,
kızgın bir ateştir. (Kaaria Suresi, 6-11)
Ardından tüm insanlar tek tek hesaba çekilirler. Artık
dünyadaki makamların, mevkilerin hiçbir anlamı kalmamıştır. Bir devlet
başkanı da sıradan bir insan da, Allah Katında aynı hesapla karşı
karşıya kalır. Herkese, kendisini yaratmışolan Allah'a kulluk edip
etmediği, O'nun emirlerine uyup uymadığı sorulur. İnkarcıların tüm
günahları, tüm pislikleri, tüm kötülükleri, akıllarından, kalplerinden
bütün geçirdikleri tek tek ortaya dökülür:
Sırların orta yere çıkarılacağı
gün. Artık onun ne gücü vardır, ne yardımcısı. (Tarık Suresi, 9-10)
Dünyadaki yaşamlarını Allah'ın gösterdiği şekilde
değil de, kendi istek ve tutkularına ya da içinde bulundukları ortamın
çarpık değer ve inançlarına göre yönlendirmişolanların hesabı zorludur.
Ayetlerde o büyük hesap şöyle anlatılır:
Ve 'diri diri toprağa gömülen
kızcağıza' sorulduğu zaman:
"Hangi suçtan dolayı öldürüldü?"
Sahifeler (amel defterleri)
açıldığı zaman,
Gök, sıyrılıp-yüzüldüğü zaman,
Cehennem ateşi çılgınca
kızıştırıldığı zaman,
Cennet de yakınlaştırıldığı zaman,
(Artık her) Nefis, neyi
hazırladığını bilip-öğrenmiştir. (Tekvir Suresi, 8-14)
Hiçbir insan Rabbimiz'in huzurunda yaptıklarını inkar
edemez. İşlediği bütün hayır ve şer ortaya çıkarılmıştır. İnkar etse
bile şahitler onu yalanlar. Dünya hayatında kendisine şahit olan
insanlar da hesap sırasında şahitlik yapmak için ortaya getirilir. Allah
ayetinde şöyle buyurmaktadır:
Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı;
(orta yere) kitap kondu; Peygamberler ve şahidler getirildi ve
aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar.
(Zümer Suresi, 69)
Hesap sırasında inkarcıları bekleyen başka şahitler de
vardır. İşitme, görme duyuları ve derileri Allah'ın izniyle dile gelip
konuşur, kendi aleyhlerinde şahitlik ederler. Bütün bir ömür boyunca
kullandıkları, kendilerine ait sandıkları uzuvlarının bile insana ihanet
etmesi, o gün yaşanacak olan psikolojik yıkımı daha da artırır. Fussilet
Suresi'ndeki ayetlerde o gün yaşanacak olan bu gerçek şöyle haber
verilir:
Allah'ın düşmanlarının biraraya
getirilip-toplanacakları gün işte onlar, ateşe bölükler halinde
dağıtılırlar. Sonunda oraya geldikleri zaman, işitme, görme
(duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. Kendi
derilerine dediler ki: "Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?" Dediler
ki: "Herşeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk
defa O yarattı ve O'na döndürülüyorsunuz. Siz, işitme, görme
(duyularınız) ve derileriniz aleyhinize şahitlik eder diye
sakınmıyordunuz. Aksine, yaptıklarınızın birçoğunu Allah'ın
bilmeyeceğini sanıyordunuz. İşte bu sizin zannınız; Rabbiniz
hakkında beslediğiniz-zannınız, sizi bir yıkıma uğrattı, böylelikle
hüsrana uğrayan kimseler olarak sabahladınız." Şimdi eğer
sabredebilirlerse, artık onlar için konaklama yeri ateştir. Ve eğer
onlar hoşnut olma (dünya)ya dönmek isterlerse, artık hoşnut
olacaklardan değildirler. (Fussilet Suresi, 19-24)
İnkarcılar, kendilerini yaratan ve yaşatan Allah'a
isyan etmekle, olabilecek en büyük suçu işlemişlerdir. Bu yüzden hesap
günü kendilerini savunmalarına izin verilmez. Hatta seslerini
çıkarmalarına dahi fırsat tanınmaz. Aşağılanmışve zavallı bir şekilde
haklarındaki hükmün verilmesini beklerler:
O gün, yalanlayanların vay haline.
Bu, onların konuşamayacakları bir gündür. Ve onlara özür beyan
etmeleri için izin verilmez. O gün, yalanlayanların vay haline. Bu,
hüküm günüdür; sizi ve öncekileri 'birarada topladık.' Şayet
kurabileceğiniz hileli bir düzeniniz varsa, durmaksızın bana karşı
kurun. O gün, yalanlayanların vay haline. (Mürselat Suresi, 34-40)
İnkarcı o gün kendi yaptıklarından şiddetle nefret
eder ve kendi nefsine karşı da büyük bir öfke duyar. Fakat Allah'ın
onlara karşı duyduğu öfke çok daha büyüktür. İnkar edenlere şöyle
seslenilir:
... Allah'ın gazablanması, elbette
sizin kendi nefislerinize gazablanmanızdan daha büyüktür. Çünkü siz,
imana çağrıldığınız zaman inkar ediyordunuz. (Mümin Suresi, 10)
Allah'ın gazabıyla karşı karşıya kalan inkarcılar
büyük bir umutsuzluk, pişmanlık, utanç ve üzüntü içindedirler. Hiç
dirilmemişolmayı isterler. Ölümün kendilerini ebediyen yok etmişolmasını
dilerler. Oysa ölüm bir son değil, yalnızca bir başlangıçtır. Bundan
sonra başka bir ölüm de yoktur. Allah'ın,
"O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler" (Hicr
Suresi, 2) ayeti de inkarcılar üzerinde tecelli etmeye
başlar.
İnkarcıların yaşayacakları tüm bu zorlukların aksine o
gün , müminler için kolay bir hesap olacaktır. Mümin Allah'ın huzurunda
hesaba çekildikten sonra, büyük kurtuluşve mutluluğun coşkusuyla sevinç
içindedir. Dünyadaki yaşamını, kendisini yaratan ve doğruya yönelten
Allah'ın istediği şekilde sürdürdüğünden dolayı sonsuz rahmet sahibi
Allah hesap günü müminlerin günahlarını affedecektir. Böylece Allah'ın
sınırsız nimetleriyle dolu cennete kavuşur, sonsuz ateşazabından da uzak
tutulur:
Ey insan, gerçekten sen, hiç
durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın; sonunda
O'na varacaksın.
Artık kimin kitabı sağ yanından
verilirse,
O, kolay bir hesap (sorgu) ile
sorguya çekilecek,
Ve kendi yakınlarına sevinç içinde
dönmüşolacaktır. (İnşikak Suresi, 6-9)
İnkarcıların Çaresizliği
İnkarcı o gün kendisinden her isteneni yapmak ister,
ama başaramaz; gücü, kuvveti alınmıştır. Secdeye davet edildiğinde secde
etmek ister, ancak bunu bile başaramaz. Tıpkı insanın kabus görürken bir
şeyi yapmak isteyip de yapamaması, bağırmak isteyip de sesinin çıkmaması
gibi. Eli ayağı tutmaz hale gelir. Korku, dehşet ve çaresizlikten adeta
felç olmuştur. Onların bu durumları Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
Ayağın üstünden (örtünün)
açılacağı ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç
yetiremezler. Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük', kendilerini de
zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken
secdeye davet edilirlerdi. (Kalem Suresi, 42-43)
İnkarcı bir kişinin ahirette secdeye davet edilmesinin
hikmetlerinden biri, bunu dünyadayken yapmamasından dolayı üzüntü ve
pişmanlığının artması, bir daha da sonsuza kadar, ne kadar çok istese de
bunu yapıp telafi etmesinin imkansız olduğunu görmesi, bunun keder ve
ümitsizliğini ebediyen içinde taşıması için olabilir.
Kuran'da mahşer günü müminlerin ve inkarcıların nasıl
bir çehreye sahip olduklarından da haber verilir. Müminlerin içlerindeki
coşku yüzlerine yansımış, ışıl ışıl bakmaktadırlar. İnkarcılar ise
yaptıkları nankörlüğün ve akılsızlığın farkına varır ve kendilerine
isabet edecek azabı beklerler. Müminlerin coşkulu, ışıltılı ifadelerine
karşılık onların yüzlerine karartı ve pislik çökmüştür:
Hayır; siz çarçabuk geçmekte olanı
(dünyayı) seviyorsunuz. Ve ahireti terk edip-bırakıyorsunuz. O gün
yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine bakıp-durur. O gün, öyle yüzler
vardır ki kararmış-ekşimiştir. Kendisine, beli büken işlerin
yapılacağını anlamaktadır. (Kıyamet Suresi, 20-25)
Cehennemin Gösterilişi
Allah Meryem Suresi'nde mümin ya da inkarcı, tüm
insanların cehennemin çevresinde diz çökeceğini haber vermektedir:
İnsan demektedir ki: "Ben öldükten
sonra mı, gerçekten diri olarak çıkarılacağım?" İnsan önceden,
hiçbir şey değilken, gerçekten Bizim onu yaratmışbulunduğumuzu (hiç)
düşünmüyor mu? Andolsun Rabbine, Biz onları da, şeytanları da
mutlaka haşredeceğiz, sonra onları cehennemin çevresinde diz üstü
çökmüşolarak hazır bulunduracağız. Sonra, her bir gruptan Rahman'a
karşı azgınlık göstermek bakımından en şiddetli olanını ayıracağız.
Sonra Biz ona (cehenneme) girmeye kimlerin en çok uygun olduğunu
daha iyi biliriz. Sizden ona girmeyecek hiç kimse yoktur. Bu,
Rabbinin kesin olarak üzerine aldığı bir karardır. Sonra, takva
sahiplerini kurtarırız ve zulmedenleri diz üstü çökmüşolarak
bırakıveririz. (Meryem Suresi, 66-72)
Ayetlerden anlaşıldığı gibi, mahşer günü tüm insanlar
"cehennemin çevresinde diz üstü çökmüşolarak" hazır
bulundurulacaklardır. Tüm insanlar, mümin ya da inkarcı, cehennemin
korkunç uğultusuna ve içindeki akıl durdurucu görüntülere şahit
olacaklardır. Ancak sonra Allah'ın dilemesiyle müminler kurtarılır ve
inkarcılar diz üstü çökmüşolarak bırakılırlar. Daha sonra da cehennemin
içine atılırlar.
Müminlerin de o topluluk içinde olmalarının
hikmetlerinden birinin, Allah'ın azametini daha iyi kavramaları ve O'na
şükretmeleri olduğu düşünülebilir. Cehennem azabının şiddetini yakından
gören mümin, Allah'ın kendisine verdiği imanın ne kadar büyük bir nimet
olduğunu iyice kavrar. Çünkü şahit olduğu cehennem o kadar korkunçtur
ki, yalnızca o azaptan kurtulmuşolmak bile, insan için büyük bir
mutluluktur.
Mümin, cehenneme şahit olmakla, kıyas yapma imkanına
sahip olur. Böylece insana verilecek en güzel nimetleri barındıran,
içinde ebedi kalacağı cennetin değerini daha iyi anlar. Dünyada da
acıdan kurtulmak büyük bir nimettir. Örneğin dağ başında soğuktan donma
tehlikesi geçiren biri için, içinde ateşyanan köhne bir baraka, o an
için en lüks otel odasından daha güzeldir. Günlerce yemek yememişbirisi
için kuru bir ekmek, normal zamanda yiyeceği en mükellef ziyafetten daha
lezzetli gelir. Acının sona ermesi, başlı başına büyük bir sevinç, neşe,
huzur ve dolayısıyla şükür kaynağıdır.
Cehennemi yakından görüp Allah'ın kurtardığı mümin,
işte bu sevince ulaşır. Cennet ile ödüllendirilmesi de, Kuran'da sözü
edilen "felah"ı (büyük kurtuluşve mutluluk) eksiksiz bir biçimde
tatmasını sağlar. Var olan en büyük azabı gördükten sonra, cennete girip
hayal gücünün alamayacağı nimetlere kavuşan mümin cennetin değerini çok
iyi bilir. Geri kalan sonsuz hayatı boyunca da cehennem ortamını hiç
unutmaz, bu sayede cennetten aldığı zevk aynı oranda fazlalaşır.
Mahşer gününde insanlar, Araf (burçlar) üzerinde
bulunan, mümin ve inkarcıları yüzlerinden tanıyan kimselerin şu
sözleriyle karşılaşırlar:
İki taraf arasında bir engel ve burçlar (A'raf)
üstünde hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır. Cennete gireceklere:
"Selam size" derler, ki bunlar henüz girmeyen fakat (girmeyi) 'şiddetle
arzu edip umanlardır.' Gözleri cehennem halkından yana çevrilince:
"Rabbimiz, bizi zalimler topluluğuyla birlikte kılma" derler.
Burcun üstündeki adamlar,
kendilerini yüzlerinden tanıdıkları (ileri gelen birtakım) adamlara
seslenerek derler ki: "Ne (güç ve servet) toplamışolmanız, ne
büyüklük taslamanız (istikbarınız) size bir yarar sağlamadı.
Kendilerine Allah'ın bir rahmet eriştirmeyeceğine yemin ettiğiniz
kimseler bunlar mıydı? (Cennettekilere de) Girin cennete. Sizin için
korku yoktur ve mahzun olmayacaksınız." (A'raf Suresi, 46-49)
İnsanlar yeniden dirildikten sonra hesap günü
yaratılmışların en hayırlıları olan müminler (Beyyine Suresi, 7) ile
yaratılmışların en aşağısı (Beyyine Suresi, 6) olan inkarcıların
birbirlerinden sonsuza kadar ayrılmaları vaktidir. Ayırma günü Kuran'da
şöyle bildirilmektedir:
Ve resuller de (şahitlik için)
belli bir vakitte getirildiği zaman. (Bu,) Hangi gün için
ertelenmişti? (Mü'mini müşrikten, haklıyı haksızdan) Ayırma günü
için. Bu ayırma gününü sana ne bildirdi? O gün, yalanlayanların vay
haline. Biz, öncekileri helak etmedik mi? Sonra arkadan gelenleri
onların izinde yürüteceğiz. İşte Biz, suçlu-günahkarlara böyle
yapıyoruz. O gün, yalanlayanların vay haline. (Mürselat Suresi,
11-19)
Kaf Suresi'nde inkarcıların ve müminlerin ebedi
yurtlarına yaptıkları yolculuk, şöyle anlatılır:
O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek
olarak gelip de, (insana) "İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun
şeydir" (denildiği zaman da). Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu,
tehdidin (gerçekleştiği) gündür. (Artık) Her bir nefis, yanında bir
sürücü ve bir şahid ile gelmiştir. "Andolsun, sen bundan gaflet
içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık.
Artık bugün görüş-gücün keskindir." Onun yakını olan (ve yanından
ayrılmayan melek) dedi ki: "İşte bu, yanımda hazır durumda olan
şey." Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin
içine. Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi. Ki o, Allah'la beraber
başka bir İlah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın
içine atın. Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: "Rabbimiz, ben onu
kışkırtıp-azdırmadım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık
içindeydi." (Allah buyurur:) "Benim huzurumda çekişip-durmayın. Ben
size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim. Huzurumda söz
değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim." O gün
cehenneme diyeceğiz: "Doldun mu?" O da: "Daha fazlası var mı?"
diyecek. Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün)
yakınlaştırılmıştır. Bu, size vaat olunandır; (gönülden Allah'a)
yönelip-dönen (İslam'ın hükümlerini) koruyan. Görmediği halde
Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a
yönelmiş' bir kalb ile gelen içindir. Ona 'esenlik ve
barış(selam)la' girin. Bu, ebedilik günüdür. (Kaf Suresi, 19-34)
|
Aldanmalar ve Gerçekler
İnkar edenlerin içinde sonsuza kadar kalacakları yer,
onların dünya hayatında yaptıklarına karşılık cezalarını çekmeleri için
yaratılmışolan "cehennem"dir.
İnkar edenler suçludurlar. İşledikleri suç ise,
olabilecek en büyük suçtur. Bu suç, insanın kendisini yaratan, ona can
veren Allah'a isyan ve nankörlük etmesidir. Böyle büyük bir suça da
büyük bir ceza gerekir ki, cehennem bu adaletin yerine getirileceği
yerdir. İnsan Allah'a kul olsun diye yaratılmıştır. Yaratılışamacını
reddederse, karşılığını cehennemde görür. Allah, bir ayetinde şöyle
buyurmaktadır:
... Doğrusu Bana ibadet etmekten
büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak
gireceklerdir. (Mü'min Suresi, 60)
Allah'a iman etmeyen, O'nu gereği gibi takdir etmeyip
kulluk görevini yerine getirmeyen her insan sonunda cehenneme gidecektir
ve kimsenin de cehennemden kurtulmak için bir garantisi yoktur. Tüm
insanlar için en büyük tehlike Allah'ın azabıyla karşılık göreceği yer
olan cehennemdir. Dünya üzerindeki hiçbir şey Allah'ın rızasını
kazanmaktan ve cehennemden korunmaktan daha önemli olmayacaktır.
Bu açık gerçeğe karşın, insanların bir kısmı bir tür
sarhoşluk içindedirler. Kendilerine başka dertler bulurlar. Önemsiz bir
konu için aylarca, yıllarca didinirler de, kendileri için en büyük
tehlike olan cehennemi düşünmezler bile. Ateşyanıbaşlarındadır, ama bunu
fark edemeyecek kadar kördürler. Kuran'da, "daimi sarhoşluk" (gaflet)
halindeki bu insan grubundan şöyle söz edilir:
İnsanları sorgulama (zamanı)
yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden
kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka oyun
konusu yaparak dinliyorlar. Onların kalpleri tutkuyla
oyalanmadadır... (Enbiya Suresi, 1-3)
Böyle insanların kalpleri tutkuyla oyalanmadadır. Bu
kişiler sadece dünya hayatında geçici bir yarar elde edebilecekleri bazı
saplantılı hedefler üzerine tüm hayatlarını harcamaktadırlar. Kimisi
işinde yükselmeyi, kimisi "mutlu bir yuva" kurmayı, çok para kazanmayı
ya da boşbir ideolojiyi savunmayı hayatının amacı haline getirmiştir.
Önlerindeki sonsuza kadar sürecek olan büyük tehlikenin ise farkında
değildirler. Cehenneme karşı olan duyarsızlıkları, konu hakkında
kullandıkları üsluptan bile hemen anlaşılır. Bu tür insanların
oluşturduğu "cahiliye toplumu" içinde hemen herkes anlamını tam olarak
kavramadan cehennnem sözcüğünü sık sık telaffuz eder. Bu kelime kimi
zaman esprilere dahi konu olur. Hiç kimse bu kelimenin anlamı üzerinde
uzun uzun durmaz. İşte en büyük hatalardan biri burada yapılır ve
cehennem hayali bir kavram olarak kabul görür.
Oysa cehennem, inkarcıların şiddetle bağlandıkları bu
dünyadan daha gerçektir. Dünya yok olacaktır, ama cehennem sonsuza dek
vardır. Dünyayı, evreni ve insanı eşi benzeri bulunmayan sayısız denge
ve ayrıntı üzerinde kusursuz bir sanatla yaratan Allah, aynı şekilde
ahireti ve cehennemi de yaratmıştır ve cehennem azabını bütün müşrik,
münafık ve inkarcılara vaat etmiştir.
Yaratılmışen kötü mekan olan cehennem, hayal gücünün
alabileceğinden çok öte bir azap kaynağıdır. Bu azap Allah'ın kudretinin
bir tecellisi olarak yaratılmıştır ve dünyada mümkün olan en büyük
acılardan kat kat şiddetli acılar içerir.
Bir başka büyük gerçek ise bu azabın cehenneme
girenler için "sonsuza dek" sürecek olmasıdır. Cahiliye toplumu içindeki
birçok insan, cehennem azabının her insan için belirli bir zaman
süreceği, sonra da bağışlanacakları gibi bir hurafeye inanır.
Bu kişiler dünya hayatından istedikleri kadar
yararlanıp, bunun karşılığında cehennemde bir süre kalacaklarını, daha
sonra affedileceklerini zannederler. Ama kendilerini bekleyen son,
tahmin ettiklerinden çok daha acıdır. Çünkü cehennem -Allah'ın dilemesi
dışında- sonsuza dek sürecek bir azap mekanıdır. Allah Kuran'da,
cehennemin inkarcılar için yaratıldığını ve azabının sonsuza dek
sürdüğünü bildirmektedir. İnkar edenler,
"bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır." (Nebe Suresi, 23)
Her insanın "biraz yanıp sonra da cennete gireceği"
şeklindeki düşünce ise, bazı insanların kendilerini avutup aldatmak için
uydurdukları bir safsatadır. Nitekim Kuran'da aynı şeyi Yahudilerin de
öne sürdükleri bildirilir:
Dediler ki: "Sayılı günlerin
dışında, ateşasla bize değmeyecektir." De ki: "Allah Katından bir
ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı
bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?" Hayır; kim bir kötülük
işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin
halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 80-81)
Kendisini yaratan, kendisine "işitme, görme ve kalp"
veren Allah'a karşı, hayatını nankörlük ve isyan içinde geçiren kimse,
sonsuz azabı hak etmiştir. (Nahl Suresi, 78) Kendisini avutmak için öne
sürdüğü bahanelerin hiçbir yararı olmayacaktır. Dünyada iken yaptığı
taşkınlıklar, Allah'ın dinine karşı gösterdiği kayıtsızlık ve hatta
hınç, hakkındaki hükmü kesinleştirmiştir. Bir ayette, bu durum şöyle
anlatılır:
Onlara karşı apaçık olan
ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkar edenlerin yüzlerindeki 'red
ve inkarı' tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı ayetlerimizi
okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: "Size, bundan daha kötü
olanını haber vereyim mi? Ateş... Allah, onu inkar edenlere
va'detmiş bulunmaktadır. Ne kötü bir duraktır." (Hac Suresi, 72)
Dünyada iken Allah'a karşı büyüklük taslamış,
müminlere karşı da düşmanlık beslemişolanlara, mahşer günü şöyle
denecektir:
Öyleyse içinde ebedi kalıcılar
olarak cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların
konaklama yeri ne kötüdür. (Nahl Suresi, 29)
Cehennemin en korkunç özelliği azabın hiçbir zaman
bitmeyecek olmasıdır. İçine bir kez girdikten sonra Allah'ın diledikleri
dışında artık geri dönüşyoktur. Tek gerçek sonsuza kadar sürecek
ateşazabıdır. Allah'ın kahredici ("Kahhar") sıfatının en çok tecelli
ettiği yer cehennemdir. Bununla yüzyüze gelen insan ruhen sonsuz yıkıma
uğrar. Çünkü artık hiçbir umut kalmamıştır. Kuran'da, cehennemliklerin
çaresizliği şöyle anlatılır:
Fasık olanlar içinse, artık
onların da barınma yeri ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde,
geri çevrilirler ve onlara: "Kendisini yalanladığınız ateş azabını
tadın" denir. (Secde Suresi, 20)
... Ateşsizin içinde süresiz
kalacağınız konaklama yerinizdir. Şüphesiz Rabbin, hüküm ve hikmet
sahibi olandır, bilendir. (Enam Suresi, 128)
Ateşten çıkmak isterler, ama ondan
çıkacak değiller. Onlar için sürekli bir azab vardır. (Maide Suresi,
37)
Böyle olmakla beraber Allah'tan bir rahmet olarak
Peygamber Efendimiz (sav)'nin şöyle bir hadisi de vardır:
Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurdular: "Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten
çıkacaktır." Ebu Said der ki: "Kim (bu ihbarın ifade ettiği
hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: "Allah şüphesiz zerre
kadar haksızlık yapmaz..." (Nisa Suresi, 40) (Tirmizi, Sıfatu
Cehennem 10, (2601))
|
Cehennemdeki Azap Ortamı
Cehenneme Götürülme
Cehennem, Allah'ın "Kahhar" (Kahredici), "Cebbar" (istediğini zorla
yaptıran), "Muntakim" (intikam alıcı) gibi isimlerinin sonsuza dek tecelli
edeceği yerdir. İnkarcı insana her yönden acı vermek için özel bir yaratılışla
yaratılmıştır. Kuran ayetlerinde cehennem, yaşayan bir canlı gibi tasvir edilir.
Bu canlı, inkarcılara karşı öfke, nefret, hınç ve istekle doludur. Yaratıldığı
günden beri, Yaratıcımızı inkar eden inkarcılardan intikam almayı beklemektedir.
Cehennem, ayetlerde bildirildiğine göre, "insana delicesine susamıştır".
(Müddessir Suresi, 29) Dini yalanlayanları gördüğünde öfkesinin şiddetinden
parçalanacak gibi olur. Bu ateşin yaratılışının bir amacı vardır; kahredici bir
azap vermek. O da görevini yapacak, acıların en büyüğünü verecektir.
İnkar edenler, Allah'ın huzurunda hesaba çekildikten sonra kitaplarını sol
yanlarından alırlar. Bu an, sonsuza dek içinde kalacakları cehenneme
sürülecekleri andır. İnkarcılar için hiçbir kaçışimkanı yoktur. Hazır
bulundurulan milyarlarca insanın meydana getirdiği mahşer kalabalığı bu insanlar
için bir kurtuluşya da gözden kaçma imkanı oluşturmaz. Kimse bu kalabalığın
arasına karışıp kendisini unutturamaz, kaybettiremez. Her kişi, kendisi için
görevlendirilmişbir şahit, bir de sürücü melekle gelir. Allah ayetlerinde şöyle
buyurmaktadır:
Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği)
gündür.
(Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid
ile gelmiştir.
Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin
üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.
Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki:
"İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey."
Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın
cehennemin içine,
Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,
Ki o, Allah'la beraber başka bir İlah edinmişti. Artık
ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın. (Kaf Suresi, 20-26)
İşte inkarcılar bu korkunç yere doğru yüzüstü sürüklenerek götürülürler.
Kuran'da bildirildiğine göre "bölük bölük" cehenneme doğru sevk edilirler. Ancak
daha ulaşmadan, uzaktan cehennemin korkusu yürekleri sarar. Çünkü cehennemin
dehşet verici homurtusu ve uğultusu uzaktan duyulur:
...kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu
işitirler. Öfkesinin şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacak... (Mülk
Suresi, 7-8)
Furkan Suresi'nin 12. ayetinde ateşin, inkarcıları "uzak bir yerden gördüğü"
ve "gazablı öfke"ye kapıldığı bildirilir.
Ayetlere göre, inkarcılar, dirilişle birlikte başlarına gelecekleri
hissetmeye başlarlar. Boyunları aşağılanmaktan ve utançtan ötürü bükülmüştür.
Başları düşmüş, dostsuz, yardımcısız kalmış, gururları kırılmış,
çökmüşdurumdadırlar. Utançlarından dolayı başlarını kaldırmadan gözlerinin
ucuyla bakarlar. Onların bu çaresizlik içindeki durumları Kuran'da şöyle haber
verilir:
Onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir
halde, ona (ateşe) sunulurlarken göz ucuyla sezdirmeden bakarlar. İman
edenler de: "Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendi
nefislerini, hem yakın akraba (veya yandaş)larını da hüsrana uğratmışlardır"
dediler. Haberiniz olsun; gerçekten zalimler, kalıcı bir azab içindedirler.
(Şura Suresi, 45)
Cehenneme Giriş,
Karşılanma ve Cehennemin Katları
Allah'ı inkar ederek Rabbimiz'in dinine göre bir yaşam sürmeyenlerin,
cehennemin kapısına vardıklarında yaşayacakları Kuran'da şöyle haber verilir:
İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler.
Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin)
bekçileri dedi ki: "Size Rabbiniz'in ayetlerini okuyan ve bugünle
karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet"
dediler. Ancak azab kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki:
"İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin.
Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür." (Zümer Suresi, 71-72)
Cehennemin kapıları ise, her bir inkarcı grubu için özel olarak var
edilmiştir. İnsanlar Allah'a karşı isyanlarının şiddetine göre sınıflara
ayrılmışlardır. Cehennemde de, Kuran'da belirtilen konumlarına ve kazandıkları
günahlara göre farklı azap tabakalarına yerleştirilirler. Bir ayette şöyle
denir:
(Allah) diyecek: "Cinlerden ve insanlardan sizden önce
geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin." Her bir ümmet girişinde kardeşini
(kendi benzerini) lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca,
en sonra yer alanlar, en önde gelenler için: "Rabbimiz, işte bunlar bizi
saptırdı; öyleyse ateşten kat kat arttırılmışbir azab ver diyecekler. (Allah
da:) "Hepsi için kat kattır. Ancak siz bilmezsiniz" diyecek. (Araf Suresi,
38)
Hicr Suresi'ndeki ayetlerde de, cehennem içindeki farklı "kat"lardan şöyle
söz edilir:
... onların tümünün buluşma yeri cehennemdir. O'nun yedi
kapısı vardır; onlardan her bir kapı için bir grup ayrılmıştır." (Hicr
Suresi, 43-44)
Bu katların en altında yer alan, diğer bir ifadeyle en büyük azapla
karşılaşanlar ise, iman etmedikleri halde dünyada mümin taklidi yapmaya
çalışmışolan ikiyüzlü "münafık"lardır. Kuran'da onların bu durumu müminlere
şöyle bildirilir:
Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar.
Onlara bir yardımcı bulamazsın. (Nisa Suresi, 145)
Cehennem nefret doludur, inkarcılara doymaz, beşere azap vermeye susamıştır.
İçine atılan çok sayıda inkarcıya rağmen daha fazlasını ister. Kaf Suresi'nde
şöyle bildirilir:
O gün cehenneme diyeceğiz: "Doldun mu?" O da: "Daha
fazlası var mı?" diyecek. (Kaf Suresi, 30)
Cehennem bir kere yakaladığını sonsuza kadar alıkoyar. Allah, ayetlerde
cehennemi şöyle tarif etmektedir:
Onu Ben, cehenneme sürükleyip-atacağım. Cehennem (sakar)
nedir, sen bilir misin? Ne alıkoyar, ne bırakır. Beşere delicesine
susamıştır. (Müddessir Suresi, 26-29)
Üstteki ayetten anlaşıldığı gibi inkarcılar cehenneme "atılırlar". Şuara
Suresi'nin 94. ayetinde ise, inkarcıların cehenneme, adeta çöp gibi
"dökülüverildiği" bildirilir.
Kilitlenen Kapıların
Ardındaki Sonsuz Hayat
İnkarcılar, cehenneme girdiklerinde cehennemin kapıları üzerlerine kapatılır
ve olabilecek en dehşet verici görüntülerle karşılaşırlar. Biraz sonra ateşe
atılacaklarını ve bunun da sonsuza kadar süreceğini anlamışlardır. Kapıların
kapanması, artık bir çıkışın ya da kaçışın olmadığını gösterir. Allah,
inkarcıların durumunu şöyle haber verir:
Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır
(Ashab-ı Meş'eme). "Kapıları kilitlenmiş" bir ateş onların üzerinedir.
(Beled Suresi, 19-20)
Karşı karşıya kaldıkları azap, Kuran'da bildirildiğine göre
"büyük bir azap" (Al-i İmran Suresi, 176), "şiddetli bir azap" (Al-i İmran
Suresi, 4) ve "acıklı bir
azap"tır. (Al-i İmran Suresi, 21) İnsanın dünya hayatında sahip
olduğu kıstaslar, cehennem azabını tam olarak kavramaya yeterli değildir. Birkaç
saniye olsun ateşe veya kaynar suya dayanamayan insan, sonsuza kadar sürecek bir
ateşazabını zihninde gerektiği gibi canlandıramaz. Hatta dünyadaki ateşin
verebileceği herhangi bir acı, cehennem azabının şiddeti ile karşılaştırılamaz.
Allah'ın azabının bir benzeri yoktur:
Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi
azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26)
Kuran'da haber verildiğine göre, cehennemde her anı çok yönlü işkencelerle
dolu bir hayat söz konusudur. Cehennemdeki bu hayat, aşağılanmanın, rezilliğin,
sefilliğin, fiziksel ve psikolojik eziyetlerin, işkencelerin çok çeşitli
uygulamalarından oluşur. Cehennemdeki azabı dünyadaki herhangi bir şeyle
kıyaslamak elbette mümkün değildir.
Cehennem ehli beşduyusuyla da azap çeker. Gözü dehşet verici ve iğrenç
görüntüler görür; kulağı korkunç ve acı veren sesler, uğultular, gürültüler,
çığlıklar, inlemeler, haykırışlar duyar; burnu olabilecek en pis ve tiksinti
verici kokularla dolar; dili en iğrenç tatları, en dayanılmaz acıları hisseder;
derisi ve tüm vücudu, tek bir hücresi eksik kalmamak üzere yanar, şiddetli
acılar içinde kıvranır. Bir türlü ölüp yok olmaz. Allah Kuran'da
"ateşe ne kadar dayanıklıdırlar" (Bakara Suresi,
175) şeklinde buyurmuştur. Derileri yenilenir, azapta hiçbir
kesinti ve hafifleme olmadan aynı işkence sonsuza kadar sürer. Yine Kuran'a göre
artık inkar edenler "sabretseler de birdir,
sabretmeseler de". (Tur Suresi, 16)
En az fiziksel acılar kadar şiddetli manevi azaplar da vardır. Aşağılanır,
horlanır, rezil olur, pişman olur, çaresizliğini ve ümitsizliğini düşündükçe
yüreği yanar, kan ağlar. Sonsuzluk aklına geldikçe mahvolur. Öyle ki, azap bir
milyon yıl sonra veya bir milyar yıl sonra ya da trilyonlarca yıl sonra sona
erecek olsa bu onun için büyük bir umut ve sevinç kaynağı olurdu. Ama azabın bir
daha hiç sonunun gelmeyeceğini, cehennemden hiçbir zaman çıkışolmayacağını
bilmenin verdiği ümitsizlik hissi dünyadaki herhangi bir ümitsizlik hissiyle
kıyaslanamayacak bir duygudur.
Kuran'daki tasvirlerden anlaşıldığına göre cehennem, pis kokusu, dar,
gürültülü, karanlık, isli, dumanlı, izbe ve tekin olmayan mekanları, hücreleri
kavurucu sıcaklığı, en iğrenç yiyecek ve içecekleri, ateşten elbiseleri, sonsuza
kadar artan azabıyla Allah'ın kudretinin ve adaletinin tecelli ettiği bir
mekandır. Ancak söz konusu ortamı, fikir vermesi açısından bazı yönlerden,
nükleer savaşsonrasındaki dünyayı tasvir eden filmlerdeki karanlık, alabildiğine
pis, iğrenç, bunaltıcı ortamlara benzetebiliriz. Elbette böyle bir mekanda ona
uygun bir hayat söz konusudur. Cehennem ehli duyar, konuşur, tartışır, kaçmaya
çalışır, ateşte yakılır, azabın hafifletilmesini ister, susar, acıkır, pişmanlık
duyar.
Bu ortamda cehennemlikler pis ve iğrenç mekanlarda hayvanlar gibi yaşarlar.
Yiyecek olarak yalnızca zakkum ağacını veya darı dikenini bulabilirler. İçecek
olarak ise irin, kan ve kaynar sudan başka bir şeyleri yoktur. Bu arada
ateşonları her yanlarından kuşatmıştır. Yanan derilerinin yerine yenileri
yaratılır. Böylece ateşin verdiği acı, kesintisiz bir şekilde hiç hafiflemeden
devam eder. Derileri dökülmüş, etleri yanmış, bütün vücutları yanık, kan, irin
içinde olduğu halde zincirlere vurulur ve kırbaçlanırlar. Tasmalandırılır,
elleri boyunlarına bağlı olarak daracık yerlere atılırlar. Zebaniler tarafından
ateşten yataklara yatırılırlar, üzerlerine örttükleri örtüler bile ateştendir.
Bu azaptan kurtulabilmek için sürekli feryat ederler, yalvarırlar, ama
kendilerine cevap bile verilmez. En azından, bir günlük de olsa azabın
hafiflemesini isterler, ama yine aşağılanma ve azapla karşılık görürler.
Cehennemde bütün bu olanlar kesin birer gerçektir. Bugün dünyada
sürdürdüğümüz hayat kadar, hatta daha da gerçektirler.
Allah'a, O'nun tam olarak istediği gibi değil, bir ucundan ibadet edenler
(Hac Suresi, 11); Allah'tan başka ilahlar edinerek, para, mevki, kariyer gibi
kavramları hayatlarının amacı haline getirenler; Allah'ın dinini kendi istekleri
doğrultusunda değiştirenler, Kuran'ı şahsi menfaatlerine göre yorumlayıp
çarpıtanlar, imandan sonra inkara sapanlar, kısacası bütün inkarcılar, müşrikler
ve münafıklar hepsi cehenneme getirilirler. Bu, Allah'ın kesin bir sözüdür ve
gerçekleşecektir:
Eğer Biz dilemiş olsaydık, her bir nefse kendi hidayetini
verirdik. Fakat Benden çıkan şu söz gerçekleşecektir: "Andolsun, cehennemi
cinlerden ve insanlardan (inkar edenlerle) tamamıyla dolduracağım." (Secde
Suresi, 13)
Bu insanlar da zaten cehennem için özel olarak yaratılmışlardır:
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok
sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla
kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır
bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar.
İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
AteşAzabı
Cehennemdeki bu hayatın içinde, en büyük azaplardan biri ateştir. Ateşdiğer
işkencelere kıyasla insanın benliğini kökünden sarsan yok eden bir unsurdur.
İnsan vücudunun en derin noktalarına, Kuran'da Allah'ın bildirdiği şekliyle
"hücrelerine" kadar işleyen bir azaptır.
İşte cehennem ehli, cehennemde "cayır cayır
yanmakta olan" (Mearic Suresi, 15), öfkeli,
"alevleri kabardıkça kabaran" (Leyl Suresi, 14),
"çılgınca yanan" (Furkan Suresi, 11)
bu ateşin içine atılırlar ve çığlık çığlığa yanarlar. Kaaria Suresi'nde
şöyle buyrulur:
Kimin tartıları hafif kalırsa. Artık onun da anası (son
durağı) "haviye"dir (uçurum). Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren
nedir? O, kızgın bir ateştir. (Kaaria Suresi, 8-11)
Ayetlerden anlaşıldığına göre, ateşcehennemin her yerini kaplamıştır. Bu
çukurda ateşten korunulabilecek, ateşin erişmediği bir yer yoktur. İnkar eden
kişi diğer fiziksel ve ruhsal işkencelere tabi olurken de hayatının her anında
ateşle muhataptır. Ateş, son derece büyüktür. Kuran'da, onun büyüklüğü ve
şiddeti ifade edilirken, ateşin kıvılcımları için "saray" ve "deve sürüleri"
benzetmeleri kullanılır:
O gün, yalanlayanların vay haline. Kendisini
yalanladığınız (azab)a gidin. Üç dala ayrılmışbir gölgeye gidin. Ne gölge
altında barındırır, ne (yakıcı) alevden korur. Gerçekten o, sanki her biri
saray olan bir kıvılcım saçar. Her biri, sanki sapsarı erkek deve sürüleri
gibidir. (Mürselat Suresi, 28-33)
İnkar edenler ateşten kaçmak, ondan kurtulmak için tüm güçlerini harcarlar.
Ama kaçmalarına izin verilmez. Mearic Suresi 17. ayette bildirildiğine göre, o
öyle bir ateştir ki, "yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur".
Bir başka ayette ise şöyle bildirilir:
Fasık olanlar içinse, artık onların da barınma yeri
ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde, geri çevrilirler ve onlara:
"Kendisini yalanladığınız ateşazabını tadın" denir. (Secde Suresi, 20)
Böyle bir ateşle yananların tahayyül edilemeyecek çığlık ve inlemeleri
ortalığı kaplar. Yalnızca bu korkunç çığlık ve inlemeler bile cehennem ehli için
özel bir azap kaynağıdır. Orada "kemikleri
çatırdatan inlemeler vardır". (Enbiya Suresi, 100) Bir başka
ayette ise, "mutsuz olanlar ateştedirler, onlar
için orada (kahırla ve acıyla) nefes alıp vermeler vardır" (Hud Suresi, 106)
diye bildirilmektedir.
Ateş, dayanılmaz bir acıdır. İnsan bir kibrit çöpünün alevine parmağını kısa
bir süre tutmaya bile dayanamaz. Şiddetli bir acı duyar. Ancak dünyada bu ve
benzeri şekillerde hissettiğimiz ateşazabı, cehennemdekinin yanında çok çok
zayıftır. Çünkü insan, dünyada uzun süre yanamaz. Eğer yanan bir ateşin içine
düşmüşse, 5-10 saniye içinde can verir, ateşin büyük acısını çok kısa bir an
yaşamışolur.
Ancak cehennemdeki durum, çok korkunçtur, çünkü oradaki ateşinsanı öldürmez,
yalnızca acı çektirir. Cehennem ehli, sonsuza kadar sürecek olan bir ateşin
içinde Allah'ın dilemesi dışında sonsuza kadar yanacaktır. Bu işlemin sonsuza
kadar süreceğini bilmenin verdiği dayanılmaz bir çaresizlik, umutsuzluk ve yıkım
içinde olacaktır.
Azabın bir başka yönü de, özel olarak yüzlerinin yakılmasıdır. İnsanı
kibirlendiren, bu kibirle kendisini müstağni görmesinie neden olan vücudunun en
önemli yeri yüzüdür. Çünkü yüz kişiye ayrı bir fert olma özelliği kazandırır.
"Ben" diye tanımlanan varlığın en belirgin göstergesidir. Güzellik ve çirkinlik
kavramlarının en yoğun olarak toplandığı bölgedir. İnsanlar, gazetelerde ya da
televizyonda yüzü ileri derece yanmışbirisinin görüntüsüne rastladıklarında,
şiddetli bir acımayla karışık ürperti hissederler. Ardından benzer bir felakete
karşı Allah'tan koruma isterler. Hiç kimse böyle bir felaketin kendi başına
gelmesini istemez ve zaten kısa sürede bu görüntü unutulur. Ancak inkarcıların
gaflette olduğu bir şey vardır ki, o da benzer bir sona hem de akıllarının
alamayacağı kadar şiddetlisine adım adım yaklaşmakta olduklarıdır. Cehennemdeki
ateşinsan vücudunun her noktasına büyük acılar verir. Ama insanın yüzünün
yanması en acısıdır. Gözler, kulaklar, burun, dil ve derinin, yani beşduyu
kaynağının aynı anda bulunduğu tek ve en önemli bölgedir yüz. İnsan yüze gelecek
darbelere karşı çok hassastır, en ufak bir harekete şiddetli bir refleksle cevap
verir. Cehennemde ise yüz, ateşte yakılır, kaynar sularla haşlanır. Acının en
yoğun olarak hissedildiği yere en ağır işkenceler yapılır. Ayetlerde, bu azap
şöyle tasvir edilir:
Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki:
"Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik ve Resule itaat etseydik."
(Ahzap Suresi, 66)
Giyimleri katrandandır, yüzlerini ateşbürümektedir.
(İbrahim Suresi, 50)
Ateş, onların yüzlerini yalayarak yakar da onun içinde
onlar (etleri sıyrılmışolarak sırıtan) dişleriyle kalıverirler. (Müminun
Suresi, 104)
Cehennemin Odunları,
Kaynar Su ve Dağlanan Vücutlar
Allah inkarcıların cehennem ateşi içinde yanacaklarını bildirirken, Kuran'da
bir benzetme yapmıştır. Buna göre, inkarcılar yana yana "cehennemin odunu"
haline gelirler. Cehennemde ateşin kavurduğu herhangi bir nesne gibi yanmazlar.
İnkarcılar kendileri ateşin yakıtını oluştururlar. Bu durum bir ayette şöyle
bildirilir:
"Zulmedenler, ise onlar da cehennem için odun
olmuşlardır". (Cin Suresi, 15)
Odunun kendisi, ateşinin yakacağı herhangi bir cisimden çok daha uzun, çok
daha şiddetle, için için yanar. İşte inkarcılar da, aynı şekilde yalanladıkları
bu ateşin odunu olurlar. Ayetlerde, bu gerçek şöyle haber verilmiştir:
Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten
koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır... (Tahrim Suresi, 6)
Şüphesiz inkar edenler, onların malları da, çocukları da
kendilerine Allah'tan (gelecek azaba karşı) hiçbir şey kazandırmaz. Ve onlar
ateşin yakıtıdırlar. (Al-i İmran Suresi, 10)
Gerçekten siz de, Allah'ın dışında taptıklarınız da
cehennemin odunusunuz, siz ona varacaksınız. (Enbiya Suresi, 98)
Odun yerine geçen insanların yanında, bir de ateşi yakmak için kullanılan
gerçek odunlar vardır. Ancak burada da farklı bir azap yaşanır. Dünyada iken
dost, örneğin karı-koca olan inkarcılar, birbirlerinin ateşine odun taşırlar.
Kuran'da, Ebu Leheb ve karısının cehennemde yaşayacakları son şöyle haber
verilmektedir:
Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya.
Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı.
Alevi olan bir ateşe girecektir. Eşi de; odun hamalı (ve)
Boynuna bükülmüşbir ip (bağlanmış) olarak. (Mesed Suresi,
1-5)
Bu, dünyadaki tüm bağların kopması demektir. Dünyada iken birbirlerini çok
sevdiklerini söyleyen ve birlikte Allah'a karşı isyan eden inkarcılar,
cehennemde birbirlerinin ateşini beslerler. Orada tam bir ihanet söz konusudur.
Allah'tan başka edinmişoldukları tüm dostlar, en yakınları, eşleri dahi birer
düşman haline gelmişlerdir.
İnsanın en büyük organı vücudunu çepe çevre saran, hissetmesini, zevk
almasını sağlayan derisidir. Kalınlığı birkaç milimetreyi geçmez. İnsanın en çok
değer verdiği yüzü, elleri, kolları, bacakları ve diğer bütün organları deri
tarafından sarmalanmıştır. Ancak deri hassaslığı yüzünden en büyük acı kaynağı
olabilir. Derinin en zayıf olduğu nokta ise ateşe ve kaynar sıvılara karşı olan
zafiyetidir. Ateşderiyi kavurur yakar, kaynar su ise haşlar. Kaynar su insanın
derisini tek bir nokta boşta bırakmaksızın çepeçevre sarar. İncecik deriyi
kabartır, deri iltihapla şişer, su toplar ve patlar, böylece dayanılmaz bir
azaba neden olur. Dünyadaki fiziksel güzellik kuvvet, makam, şöhret kısacası
hiçbir şey insanı kaynar bir suya karşı dayanıklı kılmaz. Kuran'da
bildirildiğine göre, "küfre saptıklarından dolayı
onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azab vardır". (Enam Suresi, 70)
Vakıa Suresi'nde şöyle buyrulur:
Ve eğer o, yalanlayan sapıklardan ise artık (onun için)
alabildiğine kaynar sudan bir şölen vardır. Ve çılgınca yanan ateşe bir
atılma da. Şüphesiz bu, kesin bilgi ifade eden bir gerçektir. (Vakıa Suresi,
92-95)
Bir başka surede ise, inkarcılara yapılacak kaynar su azabı şöyle anlatılır:
Onu tutun da cehennemin orta yerine sürükleyin.
Sonra kaynar suyun azabından başının üstüne dökün;
(Azabı) tad; çünkü sen, (kendince) üstün, onurluydun.
Gerçekten bu, sizin kuşkuya kapıldığınız şeydir. (Duhan
Suresi, 47-50)
Bunların yanında, ateşazabının bazı farklı çeşitleri vardır. Birisi de,
ateşte kızdırılan metallerle cehennem ehlinin vücutlarının dağlanmasıdır. Ancak
kendilerini dağlamak için kullanılacak olan bu metaller, dünyada iken Allah'a
ortak koştukları mal ve mülkleridir:
... Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda
harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem
ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla
dağlanacak (ve:) "İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır;
yığıp-sakladıklarınızı tadın" (denilecek). (Tevbe Suresi, 34-35)
Daha Başka Azaplar
Cehennem, çoğu insanın sandığı gibi yalnızca insanların ateşte ve kaynar
sularla yanacağı bir yer değildir. Orada insanı hem fiziksel hem de psikolojik
yönden azaplandıracak çok çeşitli yöntemler vardır.
Dünyada, işkence için çok farklı yöntemler ve araçlar kullanılmaktadır. Çoğu
kişi bu işkenceler sırasında ya sakat kalır ya da acıdan ölür. Sağ kalanlar ise
genelde akıl sağlıklarını kısmen, hatta bazen tümüyle yitirirler. Oysa bu
dünyadaki işkence yöntemleri, cehennemdekilere oranla karşılaştırılamayacak
kadar hafiftir. Cehennemde çok farklı, çok gelişmişişkence yöntemleri
kullanılacaktır. Dünyada elektrik verilerek işkenceye uğratılan bir insanı da,
verilen elektriği de, insanın elektriğe olan acı duyarlılığını da Allah
yaratmıştır. İnsana acı verecek daha birçok bilinmeyen kaynak ve insanın
bilinmeyen birçok zaafı vardır. Allah yarattığı kullarının zaaflarını en iyi
bilendir. Bu zaaflar doğrultusunda en çok acıyı da yine Allah verecektir. Bu,
"Muazzip" (azap edici) ve "Kahhar" (kahredici) olan Allah'ın kanunudur.
Kuran'da haber verildiğine göre cehennemde azap her yönden gelmektedir.
Azaptan kendilerini korumaya fırsatları yoktur, azap her yandan onları
kuşatmaktadır. Üstlerinden, altlarından gelen azabı savmaya güç yetiremezler.
Onların bu durumu Kuran'da şöyle haber verilir:
Azab konusunda senden acele (davranmanı) istiyorlar. Oysa
cehennem, o inkar edenleri gerçekten kuşatıp-durmaktadır. Azabın onları
üstlerinden ve ayaklarının altından kaplayacağı gün (Allah): "Yaptıklarınızı
tadın" der. (Ankebut Suresi, 54-55)
Ayrıca, cehennemdeki, şu anda bilemediğimiz daha başka farklı azap kaynakları
da Kuran'da şu şekilde haber verilir:
Cehennem; onlar oraya girerler; ne kötü bir yataktır o.
İşte bu; tatsınlar onu: Kaynar su ve irin. Ve onun şeklinden başka, çift
çift (olan daha beter azablar) vardır. (Sad Suresi, 56-58)
Kuran'da inkarcıların cehennemde karşılaşacakları azaplar haber verilmiştir.
Elbette Allah bunların çok daha üstünde, insanın hayal gücünün bile alamayacağı
sonsuz azap ve işkence şekillerini cehennemde yaratmaya güç yetirendir.
Sıcak, Karanlık, Duman ve
Darlık
Dünyada insana en çok sıkıntı veren ortamlar dar, pis, karanlık ve sıcak
ortamlardır. Çok sıcak, nemli ortamlar insanı boğar, yüksek nem en temel ihtiyaç
olan nefes almayı zorlaştırır. Nefes alamamak insanı şiddetli biçimde bunaltır,
göğsü daralır, kalbi sıkışır. Çok sıcak ve nemli havalarda gölge bile
rahatlatıcı olmaz. Görünmeyen ama yoğun bir tabaka insanı çepeçevre kuşatır,
nefes borusundan girip göğsünü tıkar. Örneğin lüks saunalardaki yüksek ısı ve
neme insan çok kısa bir süre dayanabilir. On dakika yoğun buhar altında kalmaya
dayanamayan birisi saunaya kapatılsa kısa bir süre içinde fenalık geçirir. Biraz
daha uzun kalırsa, aşırı nem ve sıcaktan ölebilir.
Cehennemde de bu boğucu atmosfer çok yoğun bir biçimde hakimdir. Dünyada
sıcağa karşı birçok önlem geliştirmişolan insan cehennemde çaresizdir. Ortam en
sıcak çölden daha sıcak, en karanlık, izbe hücrelerden daha sıkıntı verici ve
pistir. Sıcak insanın en küçük parçası olan hücrelerine dek işler. İnkarcılar
için kavurucu sıcağa karşı bir koruyucu, ferahlama veya serinleme imkanı yoktur.
Kuran'da, cehennem ehlinin bu durumundan şöyle söz edilir:
"Ashab-ı Şimal", ne (mutsuzdur o) "Ashab-ı Şimal."
Hücrelere işleyen kavurucu bir sıcaklık ve kaynar su. Ve kapkara dumandan
bir gölge içindedirler. Ki o, ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim). (Vakıa
Suresi, 41-44)
O gün, yalanlayanların vay haline. Kendisini
yalanladığınız (azab)a gidin. Üç dala ayrılmışbir gölgeye gidin. Ne gölge
altında barındırır, ne (yakıcı) alevden korur. (Mürselat Suresi, 28-31)
Bu denli boğucu bir atmosfer içinde, bir de dar bir yere sokulma azabı
vardır. Furkan Suresi'nde, inkarcılara uygulanacak bu ceza şöyle anlatılır:
Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine
atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. Bugün bir yok oluşu
çağırmayın, birçok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın. (Furkan Suresi, 13-14)
Bu dünyada dar bir yerde kapalı kalmak, gerçekten de bir insan için çok zor
ve bunaltıcıdır.. Dar bir hücrede hapis, suçlulara verilen ağır cezaların
başında gelir. Trafik kazalarında parçalanmışbir aracın içinde saatlerce sıkışıp
canlı kalan, kazazedelerin durumu, bir deprem veya göçükte toprak altında kalan
insanların çaresizliği olabilecek en büyük felaketler olarak nitelendirilir.
Oysa bu gibi örnekler cehennemdeki ortama göre kıyaslanamayacak kadar hafiftir.
En önemlisi göçük altında veya benzer bir yerde sıkışan insan ya bir süre sonra
şuurunu kaybedip ölür ya da bir süre sonra canlı olarak kurtarılır. Sonuç olarak
acı çekilecek sürenin bir sonu, bitişzamanı vardır.
Oysa cehennemde ne bir son vardır ne de umut. Pis, yakıcı, havasız, karanlık,
dumanlı bir atmosferde bir de elleri boynuna bağlanan ve daracık, sıkışık bir
yere sokulan inkarcı, suda boğulan bir insan gibi, tarifsiz bir eziyet çeker.
Debelenir, çırpınır, kurtulmaya çalışır, ama kımıldayamaz. Sonunda, ayette
belirtildiği gibi, yok oluşu çağırır, ölüp yok olmayı ister. Ancak bu mümkün
değildir. Sokulduğu o daracık yerde, dünya ölçüsüyle aylar, yıllar, belki
yüzyıllar boyu kalacak, giderek artan bir sıkıntı içinde binlerce kez yok oluşu
çağıracaktır. Oradan çıkarıldığında ise, kurtuluşa değil, cehennemin bir başka
azabına götürülür.
Yiyecekler, İçecekler ve
Giyecekler
Dünya, Allah'ın insan için yarattığı sayısız lezzetli ve besleyici yiyecek
maddeleriyle donatılmıştır. Farklı lezzetlerdeki etler, türlü renk, tat ve
kokuda meyve ve sebzeler, baldan süte kadar uzanan hayvan ürünleri, hatta
baharatlar, insan için özel olarak yaratılmışve dünya var olduğu günden itibaren
insanlara cömertçe sunulmuştur. Bu arada, insan vücudu da bu lezzetleri
algılayabilecek yapıda özel olarak yaratılmıştır. İnsan güzel yiyeceklere karşı
Allah'ın verdiği bir ilhamla iştah ve arzu duyar. Aynı şekilde de pis ve iğrenç
maddelere (çürümüş, kokuşmuşmaddeler, irin, iltahap, kan vs.) karşı da bir
tiksinti besler. Bu da insana ilham edilmişbir başka özelliktir.
Bu dünyada var olan nimetlerin çok daha üstünleri Allah'ın Rahman sıfatı
gereği cennette müminler için sonsuza dek hazır bulundurulacaktır. Cehennem ehli
ise dünyada yapıp ettiklerinin cezası olarak Allah'ın lütfedici ve
rızıklandırıcı (Rezzak) sıfatlarından çok uzakta kalırlar. (Şura Suresi, 19)
Artık onlar için yalnızca azap vardır. Bir ayette onların ahirette
karşılaşacakları son şöyle haber verilir:
İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle
denir:) "Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi
tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız
yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün
alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20)
Artık onlar için hiçbir nimet yoktur. En temel, en doğal ihtiyaçlarının
karşılanması bile onlar için bir azaba dönmüştür. Yiyecekleri birer acı kaynağı
olarak Allah özel olarak yaratmıştır. Artık sonsuza kadar yiyebilecekleri tek
şey darı dikeni veya zakkum ağacıdır. Bunlar da, ne doyurur, ne de besler.
Yalnızca acı verirler; ağzı ve boğazı yırtar, karınlarını parçalar, kanatır,
iğrenç bir tat ve koku verirler. Ayetlerde cennetteki muhteşem güzelliklerden ve
lezzetlerden söz edildikten sonra cehennem ehlinin yiyecekleri şöyle tarif
edilir:
Nasıl, böyle bir konaklanma mı daha hayırlı yoksa zakkum
ağacı mı? Doğrusu Biz, onu kafirler için bir fitne (bir imtihan konusu)
kıldık. Şüphesiz o, 'çılgınca yanan ateşin' dibinde bitip çıkar. Onun
tomurcukları, şeytanların başları gibidir. Artık gerçekten, ondan yiyecekler
böylelikle karınlarını ondan dolduracaklar. (Saffat Suresi, 62-66)
Onlar için (zehirli olan) darı dikeninden başka bir
yiyecek yoktur. Ne doyurup-semirtir, ne açlıktan korur. (Gaşiye Suresi, 6-7)
Cehennem ehli, Allah'ın verdiği nimetlere nankörlük ederek herşeyin
Yaratıcısı Rabbimiz'e iman etmeyip, O'nu gereği gibi takdir edememişolmalarının
cezasını bu şekilde çekmektedir. Ceza olarak kendilerine hazırlanmışbir "şölen"
vardır. Vakıa Suresi'nde, inkar edenlerin suçu ve kendilerine hazırlanan bu özel
"şölen" şöyle haber verilir:
Çünkü onlar, bundan önce varlık içinde şımartılmış
olanlardı.
Onlar, büyük günah üzerinde ısrarlı davrananlardı.
Ve derlerdi ki: "Biz öldüğümüz, toprak ve kemik
olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?"
"Önceden gelip-geçmişatalarımız da mı?"
De ki: "Şüphesiz, öncekiler de ve sonrakiler de."
"Bilinen bir günün belli vaktinde mutlaka
toplanacaklardır."
Sonra gerçekten siz, ey sapık olan yalanlayıcılar,
Şüphesiz zakkum olan bir ağaçtan yiyeceksiniz. Böylece
karınları(nızı) ondan dolduracaksınız. Onun üzerine de alabildiğine kaynar
sudan içeceksiniz. Üstelik 'içtikçe susayan hasta develerin' içişi gibi
içeceksiniz. (Vakıa Suresi, 45-55)
Dünyadaki boğaz ağrıları, şiddetli karın sancıları insana en çok sıkıntı ve
acı veren hastalıklardan iken, cehennemde bütün bunlardan çok daha
şiddetlilerini sonsuza kadar inkarcılar yaşar. Yemek zorunda oldukları bu
yiyecekler boğazlarında tıkanıp kalır, yutkunamazlar. Yutabildikleri ise
karınlarında kaynar durur. Tokluklarını gidermez. Cehennem ehli sonsuza kadar
korkunç ve sürekli bir açlık içindedir.
Cehennem ehli öyle açtır ki, daha önce sayısız kereler
denediği halde azabını artırmaktan başka bir işe yaramayan dikenleri her
seferinde yemek zorunda kalırlar. Ardından da kaynar suya hücum ederler. Ama
bu su ne hazmettirir, ne de susuzluğunu giderir. Yukarıdaki ayette de
söylendiği gibi, hasta develer gibi içtikçe susuzlukları artar. Bu cezayı
iyice çekmeleri için inkarcılar, cehenneme susamış olarak sokulurlar.
(Meryem Suresi, 86)
Cehennem ehline içirilen bir başka iğrenç içecek, irindir. İrin, tıpta en
kötü kokan salgı olarak bilinmektedir. Bir başka ayette ise hem irin hem de
üstüne katılmışkaynar suyun inkar edenlere içirildiği bildirilir. Bu şekilde
inkarcı, hem kaynar suyun azabını hem de irinin iğrenç tadını birlikte aynı anda
tadar.
Sunulan içecekler bu kadar iğrenç ve dayanılmaz olmasına rağmen, inkar
edenlerin susuzluklarını gidermek için bunlara koşmaları susuzluklarının
derecesini gösterir. Birinin azabını tadıp diğerine koşarlar. Bu da yemeleri
gibi sonsuza dek tekrarlanır. Cehennem ehli sonsuza kadar korkunç ve süregiden
bir susuzluk içinde kıvranır. Onların bu sonu Kuran'da şöyle bildirilir:
Orada ne serinlik tadacaklar, ne bir içecek.
Kaynar sudan ve irinden başka.
(İşlediklerine) Uygun olan bir ceza olarak, (Nebe Suresi,
24-26)
Bundan dolayı bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur.
İrin ve kan karışımından başka bir yemek yoktur.
Bunu da hata edenlerden başkası yemez. (Hakka Suresi,
35-37)
Ağızlarına aldıkları bu iğrenç karışımı bir türlü yutamazlar, boğazlarında
kalır. Yutmaya, yutkunmaya çalışır, ama başaramazlar. Kan ve irinle boğulurlar,
ancak yine de bir türlü ölemezler:
(Böylesinin) Önünde cehennem vardır ve (orada) irinli
sudan içirilecektir. Yutkunmaya çabalayacak ve boğazından geçirmeyi
başaramayacak, ona her yandan ölüm gelecek, oysa ölmeyecek de. Ardından daha
katı bir azab olacak. (İbrahim Suresi, 16-17)
Bu çaresizlik içinde, kendileri için özel olarak yaratılan bir diyalog
imkanıyla, cennet ehli ile muhatap olurlar. Onların içinde bulundukları muhteşem
nimetleri görürler. Bu, çektikleri azabı kat kat artırır. Bu arada, cennet
ehlinden biraz kendilerine de nimet verilmesini isterler, ama bu boşuna bir
yalvarıştır. Onların bu yakarışları Araf Suresi'nde şöyle haber verilmektedir:
Ateşin halkı cennet halkına seslenir: "Bize biraz sudan
ya da Allah'ın size verdiği rızıktan aktarın." Derler ki: "Doğrusu Allah,
bunları inkar edenlere haram (yasak) kılmıştır." (Araf Suresi, 50)
Yiyecek, içeceğin yanı sıra giyecekler de küfredenler için özel olarak
hazırlanmıştır. İnsan derisi hassastır. Kızgın bir soba veya ütüye bir saniye
bile dokunamaz. Kazayla dokunduğu zaman ise günlerce acı çeker, yarası su
toplar, derisi kabarıp dökülür. Cehennemde ise, bir ütüden çok daha kızgın
elbiseler insanın vücudunun her tarafını sarıp yapışacak, insanın savmaya güç
yetiremediği bir ateşolup derileri kavuracaktır:
... İşte o inkar edenler, onlar için ateşten elbiseler
biçilmiştir... (Hac Suresi, 19)
Asfaltı yola yapıştıran katran cehennemde inkarcının
elbisesi olur, onun üstüne yapışıp için için yanarak onun vücudunu eritir:
Giyimleri katrandandır, yüzlerini ateşbürümektedir.
(İbrahim Suresi, 50)
Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine örtüler
vardır. Biz zulme sapanları işte böyle cezalandırırız. (Araf Suresi, 41)
Zebaniler
Cehennem ehline sonsuza kadar acıyacak, onları ateşten kurtaracak, onlara
yardım edebilecek tek bir kişi yoktur. Herşeyden önemlisi Allah onlara sonsuza
kadar yardım etmez, onlarla konuşmaz. Unutulmuşluğun, terk edilmişliğin,
itilmişliğin ızdırabını yaşarlar. Ayette, "bugün,
kendisine hiçbir sıcak dost yoktur" (Hakka Suresi, 35) diye
bildirilir. Tek muhatap olabildikleri önlerindeki sonsuz yaşamlarında
kendilerine sayısız azap ve işkenceler uygulayacak olan azap melekleridir:
"Zebaniler". Cehennem ehline azap vermekle görevli olan bu melekler bu
inkarcılara asla merhamet etmezler. Son derece acımasız, sert, güçlü ve dehşet
vericidirler. Alemlerin Rabbi olan Allah'ı inkar edenlerden, hak ettikleri
şekilde intikam almak için yaratılmışlardır ve görevlerini kusursuz olarak
yerine getirirler. Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten
koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü
melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve
emredildiklerini yerine getirirler. (Tahrim Suresi, 6)
Hayır; eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa,
andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz; O yalancı, günahkar olan
alnından. O zaman da meclisini (yakın çevresini ve yandaşlarını) çağırsın.
Biz de zebanileri çağıracağız. (Alak Suresi, 15-18)
Kuran'da haber verilen zebaniler, Allah'ın inkarcılar üzerindeki gazabının,
öfkesinin ve kahrediciliğinin bir tecellisidirler. İnkar edenleri her yönden en
korkunç, en acı, en aşağılayıcı, hor ve hakir kılıcı muamelelere tabi tutarlar.
Cehennem melekleri zebaniler inkarcılara hak ettikleri cezayı ne bir eksik ne
de bir fazla, en güzel bir biçimde verirler. Allah'ın adaletinin tecellilerinden
olan bu melekler, Allah'ın kendilerine emrettiği görevi yerine getiren mübarek
varlıklardır.
CEHENNEMDEKİ MANEVİ AZAP
Cehennemde inkar edenlere yaşatılan fiziksel azabın yanında en az bunlar
kadar önemli bir başka azap olan manevi azap vardır. Manevi azap pişmanlık,
ümitsizlik, horlanma, aşağılanma, utanç, hayal kırıklığı gibi pek çok ruhi azabı
içinde barındırır.
"Kalplere Tırmanan Ateş"
Kendini Allah'a teslim etmemişve O'na iman etmemişinsanların dünyada çeşitli
vesilelerle tattığı bir manevi azap vardır. Örneğin çok sevdiği bir yakınını,
dostunu, karısını, kocasını ya da evladını kaybeden ve ona bir daha ebediyen
kavuşamayacağını düşünen veya çok yakın bildiği, güvendiği birisinin ihanetine
uğrayan bir insan acı çeker. İşte bu manevi azap, gerçekte, o insanın kaybettiği
veya ihanetine uğradığı kişiyi ilahlaştırmasının karşılığı olarak Allah'ın
kalpte yarattığı özel bir azap türüdür. Bu, insanın, Allah'a yöneltmişolması
gereken sevgi, hayranlık, takdir, dostluk, bağlılık ve güven duygularını,
herşeyiyle Allah'a muhtaç, aciz ve ölümlü bir insana yöneltmişolmasının
sonucudur, Bu şekilde, Allah'a, O'nun yarattığı bir kimseyi ortak koşmasının
karşılığı olan bir cezadır. Müşrikliğinin cezasını Allah'ın daha bu dünyadayken
insana böyle yaşatması, bu insanın ahirete gitmeden önce akıllanmasına ve tevbe
ederek yalnızca Allah'a yönelip dönmesine vesile olabilir. Burada
ilahlaştırılanın mutlaka bir insan olması da şart değildir. Kişilerin zaafları
farklı farklıdır. Mal, mülk, para, servet, itibar, kısaca Allah'a ortak koşulan,
şirk koşulan herhangi bir nesne ya da kavram da aynı şekilde ilahlaştırılabilir.
Dünyada bunları kaybetmenin verdiği azap ise yalnızca, cehennemdeki
benzerinin çok küçük dozdaki bir yansımasıdır. Bir ibret ve uyarı
mahiyetindedir. Ahirete şirk dolu bir kalple gideni ise cehennemde bu acının
aslı ve süreklisi beklemektedir. Yalnızca dünyadaki bu manevi azap bile kimi
zaman öyle şiddetli olur ki, bu acıyı çeken, kurtulmak için her türlü fiziksel
işkenceyi bile bu manevi acıya tercih eder. Hatta ölüp kurtulabilmek için
intihar bile edenler olur. Bu tarifsiz acıyı ifade edebilmek için ise müşrik,
"yüreğinin yandığını", "ciğerinin yandığını", "içinin yandığını" söyler.
Nitekim Kuran'da cehennem azabının bu manevi yönü dikkat çekici bir şekilde
vurgulanarak, "kalpleri yakan bir ateş"ten söz edilmektedir:
Arkadan çekiştirip duran, kaşgöz hareketleriyle alay eden
her kişinin vay haline;
Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır.
Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor.
Hayır; andolsun o, 'hutame'ye atılacaktır.
"Hutame"nin ne olduğunu sana bildiren nedir?
Allah'ın tutuşturulmuşateşidir.
Ki o, yüreklerin üstüne tırmanıp çıkar.
O, onların üzerine kilitlenecektir;
(Kendileri de) Dikilip-yükseltilmiş sütunlarda
(bağlanacaklardır). (Hümeze Suresi, 1-9)
Dünyadaki en şiddetli acı bile zamanla unutulur, belki izleri bir süre devam
eder ama, hiçbir zaman ilk günkü şiddetini korumaz. Cehennemde ise bu acı
dünyadakinden kat ve kat daha fazla olmak üzere, hem de ebediyen hiç eksilmeden
inkarcıların yüreklerine tırmanıp yakar.
Bunun yanı sıra, cehennem ehlinin umutsuzluk, pişmanlık, aşağılanmışlık,
öfke, kin ve çekişme duygularının karışımı sonucunda yaşadığı manevi azap da
buna katılır ve inkar edenler en az fiziksel olduğu kadar ruhi yönden de işkence
çekerler.
Cehennemdeki Aşağılanma
Cehennemle ilgili pek çok ayet, burada inkarcılar için aşağılayıcı, alçaltıcı
bir azap olduğunu haber verir. Bu, inkarcıların dünya hayatındaki kibir ve
büyüklenmelerine karşılık takdir edilmişbir cezadır.
Dünya hayatında inkarcının en büyük hedeflerinden biri, başka insanların
kendisine imrenmeleri, kendisini takdir etmeleridir. İyi bir iş, çocuklar, güzel
evler, arabalar ve benzeri dünyevi tutkular insanlara yapılan gösterişle değer
kazanır. Nitekim Kuran'da dünya hayatının aldatıcı süslerinin arasında
insanların kendi aralarında "övünme"leri sayılır.
İşte, insanların dünyadaki en büyük tutkusu olan bu "övünme" inkarcılar için
ahirette şiddetli bir azaba dönüşür. Bu azab, önceden sözünü ettiğimiz fiziksel
acıların yanında, aşağılanmayı, hor ve aşağılık kılınmayı da içermektedir. Çünkü
inkar eden kişi dünyadayken "Övülmeye layık olan"
(Bakara Suresi, 267) Allah'ı unutmuş, buna karşın
"kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah
edinmiş"tir. (Furkan Suresi, 43) Bu nedenle de hayatını Allah'ı
övmekle değil, kendisine övgü toplamaya uğraşmakla geçirir. Kendisini yaratan
Allah'ın değil, insanların hoşnutluğu üstüne bir hayat kurmuştur. İşte bu yüzden
de, en büyük yıkımı insanlar karşısında küçük düşüp aşağılanınca yaşar.
İnkarcı için en büyük kabuslardan biri, başkalarına rezil olma, küçük düşme,
aşağılanma halidir. Hatta inkarcılar arasında, diğer insanlara rezil olmamak,
aksine, onlardan övgü toplamak için canını bile verebilecek çok sayıda insan
vardır. Bu yüzden cehennemdeki birçok azap, bu kabusun üzerine kuruludur. İnkar
edenler dünyadaki kibir ve büyüklenmelerine karşılık, cehennemde korkunç bir
biçimde aşağılanırlar. Kuran ayetlerinde, bu gerçeğe şöyle dikkat çekilir:
İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle
denir:) "Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi
tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız
yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün
alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20)
O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın
kendileri için hayırlı sanmasınlar, Biz onlara, ancak günahları daha da
artsın, diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azap vardır. (Al-i
İmran Suresi, 178)
Bu aşağılanmanın binbir çeşidi vardır. Cehennem ehline, dünyada hayvanlara
yapılan muameleden çok daha alçaltıcı davranılır. Onları aşağılamak için
demirden kamçılar, bukağılar ve tasmalar bulunur. İplerle direklere bağlanırlar,
boyunlarına tasmalar (bukağılar) geçirilir, ayaklara zincirler vurulur.
Aslında aşağılanmak, cehennem içindeki tüm diğer azaplarla aynı anda
gerçekleşir. Örneğin ateşe atılırken de bir yandan aşağılanırlar. Bu büyük
horlanma, inkarcıların diriltildikten ve cehenneme götürülmek için seçildikleri
andan itibaren başlar.
İnkarcı, bu melekler tarafından milyarlarca insan
içinden, alnından ve ayaklarından yakalanır. Kuran'da bildirildiği gibi,
"işte o gün, ne insana, ne cinne günahından sorulmaz... (Çünkü o gün)
Suçlu-günahkarlar, simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından
yakalanırlar." (Rahman Suresi, 39-41)
Allah'a isyan etmiş, O'nu unutmuşolan kimse, bu şekilde yakalandıktan sonra
hayvanlardan beter bir muamele görecek, saçından tutulup yerde sürüklenecek ve
cehenneme atılacaktır. Karşı koyamaz, bağırsa, çırpınsa da kimse ona yardım
edemez. Bu, sadece çaresizliğin verdiği azabı artırır:
... andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz; O
yalancı, günahkar olan alnından. O zaman da meclisini (yakın çevresini ve
yandaşlarını) çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız. (Alak Suresi, 15-18)
Ayetlerde haber verildiğine göre, inkarcılar
"cehennem ateşine 'küçültücü bir sürüklenme ile' sürüklenecekler"
ve onlara, "işte sizin yalanladığınız ateşbudur"
denecektir. (Tur Suresi, 13-14) Bir diğer ayette haber verildiğine göre de, bu "sürükleniş",
"yüzükoyun" olacaktır. (Furkan
Suresi, 34)
Cehenneme de aynı şekilde, yüzükoyun olarak atılırlar:
Kim bir kötülükle gelirse, artık onlar da ateşe yüzükoyun
atılır (ve onlara:) "Yaptıklarınızdan başkasıyla mı cezalandırılıyorsunuz?"
(denir). (Neml Suresi, 90)
Ateşin içinde yüzükoyun sürüklenecekleri gün cehennemin
dokunuşunu tadın" (denecek). (Kamer Suresi, 48)
Oraya girmeleriyle birlikte, aşağılanma daha da şiddetlenir. Çektikleri tüm
fiziksel azapların bir de bu yönü vardır. Örneğin ateşe atıldıklarında, yanmanın
verdiği acının yanında, bir de aşağılanmanın, horlanmanın, küçültülmenin
ızdırabını yaşarlar.
Bir başka surede, inkarcının ateşazabı sırasında nasıl aşağılandığı şöyle
anlatılır:
"Onu tutun da cehennemin orta yerine sürükleyin. Sonra
kaynar suyun azabından başının üstüne dökün; (Azabı) Tad; çünkü sen,
(kendince) üstün, onurluydun. Gerçekten bu, sizin kuşkuya kapıldığınız
şeydir." (Duhan Suresi, 47-50)
İnkar edenleri aşağılamak için ayrıca özel olarak hazırlanmışkamçılar,
tasmalar, bukağılar, zincirler vardır. Kuran'da şöyle buyurulur:
(Allah buyruk verir:) "Onu tutuklayın, hemen bağlayın.
Sonra çılgın alevlerin içine atın. Daha sonra onu, uzunluğu yetmişarşın olan
bir zincire vurup gönderin. Çünkü, o, büyük olan Allah'a iman etmiyordu
yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı." (Hakka Suresi, 30-34)
Dünyada, vahşi olanlar dışında, hayvanlar bile zincire vurulmazlar.
İnsanlardan ise artık insan muamelesi görmeyen ileri derecede tehlikeli akıl
hastaları bağlanırlar. Buna karşın, cehenneme gönderilmişinkarcılar, tüm
yaratıkların en aşağılarıdırlar. İşte bu nedenle üstteki ayette haber verilen
"uzunluğu yetmişarşın olan zincir"e vurulurlar. Başka ayetlerde bu aşağılatıcı
azaptan şöyle söz edilir:
Boyunlarında demir-halkalar ve (ayaklarında) zincirler
olduğu halde sürüklenecekler. Kaynar suyun içinde; sonra ateşte
tutuşturulacaklar. Sonra onlara denilecek: "Sizin şirk koştuklarınız
nerede?" (Mümin Suresi, 71-73)
... İşte onlar Rablerine karşı inkara sapanlar, işte
onlar boyunlarına (ateşten) halkalar geçirilenler ve işte onlar -içinde
ebedi kalacakları- ateşin arkadaşları olanlardır. (Rad Suresi, 5)
Diğer bazı ayetlerde söz konusu aşağılayıcı azap şöyle anlatılır:
O gün suçlu-günahkarların (sıkı) bukağılara
vurulduklarını görürsün. Giyimleri katrandandır, yüzlerini ateşbürümektedir.
(Bu azap,) Allah'ın her nefsi kendi kazandığıyla cezalandırması içindir.
Şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir. (İbrahim Suresi, 49-51)
… İşte o inkar edenler, onlar için ateşten elbiseler
biçilmiştir; başları üstünden de kaynar su dökülür. Bununla karınları içinde
olanlar ve derileri eritilmiş olur. Onlar için demirden kamçılar vardır.
(Hac Suresi, 19-21)
Cehennemdeki bu aşağılanmanın inkar edenlerin ruhunda yarattığı karanlık,
rezillik, küçülmüşlük ve horlanmışlık dışlarına da vurur. Tıpkı dünyada
insanlara rezil olan, onuru ayaklar altına alınan, bütün kişisel hakları
tecavüze uğrayan insanların tarifsiz sıkıntılarının yüzlerine vurması gibi.
Cehennemde yaşanacak olan aşağılanma da, insanların çehresine etki edecek,
yüreklerdeki zillet dışa vuracaktır. Başka bir ayette şöyle buyurulur:
"O gün, öyle yüzler vardır ki, zillet içinde
aşağılanmıştır". (Gaşiye Suresi, 2)
Buraya kadar saydığımız tüm bu aşağılanma yöntemlerinin yanı sıra, cehennemde
inkarcılar için çok daha çeşitli aşağılanmaların da olacağını unutmamak gerekir.
Allah Kuran'da inkar edenler için "aşağılanma", kavramını kullanmışve buna belli
başlı örnekler vermiştir. Ancak aşağılanma çok genişbir kavramdır ve insanda
dünyadayken bu duyguyu oluşturan herşey, her muamele, her olay bu kavrama
dahildir. Cehennemde de belki de binlerce katıyla bulunmaktadır.
Telafisi Olmayan
Pişmanlık
İnkarcı, dirildiği andan itibaren yaptığı kahredici hatanın farkına varır. Bu
onarılmaz hatanın verdiği pişmanlık dalgası tüm vücudunu kaplar. Büyük bir yıkım
yaşar, pişmanlığın etkisiyle kendini yer bitirir.
Dünyada yaptıkları inkarcılara gösterildiğinde, gaflet içinde geçirdikleri
hayatlarını telafi etmeye karşı onulmaz bir hasret duyarlar. Geri dönmeyi,
kendilerine bir hak daha verilmesini isterler. Dünyada iken birlikte gaflete
daldıkları dostlarını, sevgililerini bir daha görmek istemezler. Tüm dostluklar,
tüm sevgiler, tüm bağlar kaybolmuştur. Dünyada iken kurmuşoldukları yaşam,
yaptıkları işler, evleri, arabaları, eşleri, çocukları, şirketleri, örfleri,
gelenekleri, savundukları "dünya görüşü", herşey, ama herşey artık
değersizleşmiş, yok olmuştur. Herşey yok olurken, yerine de bir tek azap
gelmiştir. Ayetlerde, o günkü yıkımın yarattığı ruh hali şöyle tarif edilir:
Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen;
derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz'in
ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık." Hayır, önceden saklı
tuttukları kendilerine açıklandı. Şayet (dünyaya) geri çevrilseler bile,
kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine döneceklerdir. Çünkü
onlar, gerçekten kafirlerdir. Onlar dediler ki: "Bu dünya hayatımızdan
başkası yoktur. Ve bizler diriltilecek değiliz." Rablerinin karşısında
durdurulduklarında onları bir görsen: (Allah:) "Bu, gerçek değil mi?" dedi.
Onlar: "Evet, Rabbimiz hakkı için" dediler. (Allah:) "Öyleyse inkar
edegeldikleriniz nedeniyle azabı tadın" dedi. (Enam Suresi, 27-30)
İnkarcı, içindeki bu büyük yıkıma rağmen, bir yandan da hala kibiri
bırakmamakta ve ayette bildirildiğine göre "azabı görünce pişmanlığını
gizlemekte"dir. (Yunus Suresi, 54) Bu kibirin canlı kalması, onun için ayrı bir
azap kaynağı olacak, cehennemde karşılaşacağı aşağılanma, söz konusu kibir
nedeniyle ona tarifsiz acılar verecektir.
Cehennem Ehlinin
Birbirleriyle Çekişmeleri
Dünyada iken çok önemli sayılan makam ve mevkilerin, ast-üst ilişkilerinin
artık hiçbir anlamı kalmamıştır. Aksine, insanlar liderlerine, liderler de
kendilerine bağlananlara lanetler yağdırırlar. Onların bu tartışmaları ve
yakınmaları ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
Öyle ki (o gün) kendilerine tabi olunanlar, kendilerine
tabi olanlardan uzaklaşıp-kaçmışlardır... (Bakara Suresi, 166)
(O zaman, yönetilip) Uyanlar derler ki: "Eğer bize bir
kere (daha dünyaya dönme) fırsatı verilse(ydi) muhakkak (şimdi) onların
bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşır (onları yüzüstü
bırakır)dık." Böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını onulmaz hasretlerle
gösterecektir. Ve onlar ateşten çıkacak değildirler. (Bakara Suresi, 167)
Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki:
"Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik ve Resul'e itaat etseydik." Ve
dediler ki: "Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat
ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmışoldular. Rabbimiz, onlara azabtan
iki katını ver ve büyük bir lanet ile lanet et. (Ahzap Suresi, 66-68)
Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki:
"Andolsun Allah'a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü
sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk. Bizi
suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı. Artık bizim için ne bir şefaatçi
var, ne de candan-yakın bir dost. Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz
mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik." Gerçekten, bunda bir ayet
vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. (Şuara Suresi, 96-103)
Böylece, sonsuz azapla karşılaşan cehennem ehli arasında büyük bir çekişme
başlar. Herkes birbirini suçlar. Eski dostlar birbirlerine büyük bir kin
beslerler. Aralarındaki nefretin tek nedeni dünya hayatındaki dostluklarıdır.
Günah işlemede ve din dışı yaşamda birbirlerini teşvik etmiş, inkarda
birbirlerinden destek almışlardır. Bütün dostluk kavramları cehennem azabıyla
birlikte yıkılır, bütün bağlar parçalanıp koparılır. Bütün bu kalabalığın
arasında herkes yapayalnızdır ve biri diğerini lanetler:
(Allah) diyecek: "Cinlerden ve insanlardan sizden önce
geçmişümmetlerle birlikte ateşe girin." Her bir ümmet girişinde kardeşini
(kendi benzerini) lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca,
en sonra yer alanlar, en önde gelenler için: "Rabbimiz, işte bunlar bizi
saptırdı; öyleyse ateşten kat kat arttırılmışbir azab ver diyecekler. (Allah
da:) "Hepsi için kat kattır. Ancak siz bilmezsiniz" diyecek. (Araf Suresi,
38)
İnkar edenler dediler ki: "Rabbimiz, cinlerden ve
insanlardan bizi saptırmışolanları bize göster, ayaklarımızın altına alalım,
en aşağılarda bulunanlardan olsunlar." (Fussilet Suresi, 29)
Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı
tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki:
"Gerçekten biz, size uymuş(teb'anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten
bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz? Büyüklenen (müstekbir)
ler derler ki: "Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçekten Allah, kullar
arasında hüküm verdi (artık)." (Mümin Suresi, 47-48)
(Müşrik olan hakim güçlere:) "İşte bu(nlar) da sizinle
birlikte (küfür ve zulümde) göğüs gerenlerdir. Onlara bir merhaba (bile)
yok. Çünkü onlar ateşe gireceklerdir." (denilir). (Onlara uyanlar) Derler
ki: "Hayır, sizler; asıl size bir merhaba yok. Bunu (azabı) siz bizim
önümüze sürdünüz. Ne kötü bir durak." Derler ki: "Rabbimiz, kim bunu bizim
önümüze sürdüyse, ateşteki azabını kat kat arttır." Ve derler ki: "Bize ne
oluyor ki, kendilerini şerir (kötü)lerden saydığımız adamları göremiyoruz.
Biz onları bir alay konusu edinmiştik; yoksa gözler mi onlardan kaydı?" Bu,
cehennem halkının birbiriyle çekişmesi kesin bir gerçektir. (Sad Suresi,
59-64)
Sonuçsuz Yalvarmalar ve
Ümitsizlik
Cehennem ehli, büyük bir çaresizlik içindedir. Başlarına gelen azap, hem
korkunç derecede acı verici hem de sonsuzdur. Tek çare olarak yalvarmayı
seçerler. Gördükleri herkese yalvarırlar. Cennet ehlini görürler, onlardan bir
parça olsun su ve yemek isterler. Allah'a yalvarmaya, merhamet dilemeye
çalışırlar. Ama hepsi boşunadır.
Yalvarmalarının bir kısmı, cehennemin bekçileri olan zebanileredir.
Kendilerine en görülmedik işkenceleri yapan bu azap meleklerine bile yalvarır ve
onlardan kendileri adına Allah'a seslenmelerini isterler. İçinde bulundukları
azap o kadar yoğun bir azaptır ki, onun bir gün için olsun hafifletilmesi için
yalvarırlar. Ama yanıt alamazlar:
Ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine dediler ki:
"Rabbiniz'e dua edin; azabtan bir günü (olsun) bize hafifletsin."
(Bekçiler:) "Size kendi Resulleriniz açık belgelerle gelmez miydi?" dediler.
Onlar: "Evet" dediler. (Bekçiler:) "Şu halde siz dua edin" dediler. Oysa
kafirlerin duası çıkmazda olmaktan başkası değildir. (Mümin Suresi, 49-50)
Bunun yanında Allah'tan merhamet dilemeye de çalışırlar. Ancak yine
boşunadır:
Dediler ki: "Rabbimiz, mutsuzluğumuz bize karşı üstün
geldi, biz sapan bir topluluk imişiz. Rabbimiz, bizi (ateşin) içinden çıkar,
eğer yine (inkara) dönersek, artık gerçekten zalim kimseler oluruz."
Der ki: "O'nun içine sinin ve benimle söyleşmeyin. Çünkü
gerçekten Benim kullarımdan bir grup: "Rabbimiz, iman ettik, Sen artık bizi
bağışla ve bize merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın,
derlerdi de, siz onları alay konusu edinmiştiniz; öyle ki, size Benim
zikrimi unutturdular ve siz onlara gülüp duruyordunuz. Bugün Ben, gerçekten
onların sabretmelerinin karşılığını verdim. Şüphesiz onlar, 'kurtuluşa ve
mutluluğa' erenlerdir." (Müminun Suresi, 106-111)
Ayetlerden anlaşıldığına göre bu, Allah'ın cehennem ehline son hitabıdır.
Çünkü Allah bunlara "O'nun içine sinin ve benimle söyleşmeyin" dedikten sonra
artık aksinin olması söz konusu değildir. Bundan böyle Allah cehennem ehli ile
sonsuza dek muhatap olmaz. Bu, düşünmesi bile insana acı veren bir durumdur.
Cehennem ehli çığlık çığlığa azap çekerken, "kurtuluşa ve mutluluğa eren"ler,
yani müminler de cennetin nimetleri içindedirler. Ve cehennem ehlinin çektiği
manevi azapların birini, söz konusu cennet ehli ile olan diyaloğu oluşturur.
İnkarcılar, cehennemin korkunç azapları içinde işkence görürken, özel olarak
yaratılan bir sistem ile cenneti görür, oradaki büyük nimet ve ihtişamı
izlerler. Dünyada iken kendileriyle alay ettikleri müminlerin büyük bir rahatlık
içinde, görkemli mekanlarda, muhteşem evlerde, nefis yiyecek ve içecekleri
tattıklarını görürler. Kendi yaşadıkları azab ve aşağılanmaya karşılık,
müminlerin böylesine büyük bir nimet, övülmüşlük ve huzur içinde olduğunu fark
ederler.
Bu ise yaşadıkları azabı daha da şiddetlendirir. Duydukları pişmanlık,
dayanılmaz boyutlara varır. Dünyada iken iman etmemiş, müminlerin aksine
Allah'ın hükümlerine itaat etmemişolmalarının kahredici pişmanlığı içinde
boğulurlar.
Bu psikoloji içinde cennet ehliyle diyalog kurmaya, hatta onlardan yardım
dilemeye de çalışırlar. Yalvarırlar, ancak yine boşunadır. Kuran'da, cennet ve
cehennem ehli arasındaki bu diyalog şöyle haber verilir:
Onlar (müminler) cennetlerdedirler; birbirlerine
sorarlar. Suçlu-günahkarları;
"Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?"
Onlar: "Biz namaz kılanlardan değildik" dediler.
"Yoksula yedirmezdik.
(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar
giderdik.
Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk.
Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize
çattı."
Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar
sağlamaz. (Müddesir Suresi, 40-48)
Müminler ile münafıklar arasında olan konuşmalar da Kuran'da
bildirilmektedir. Münafıklar, dünyada iken bir süreliğine de olsa müminlerin
yanında bulunmuşkimselerdir. İman etmedikleri halde, çeşitli çıkar hesapları
gereği kendilerini mümin gibi göstermeye çalışmışve böylece "ikiyüzlü" sıfatını
kazanmışlardır. Ahirette ise cehennemde yanarken, müminleri görür ve yardım
istemeye, yalvarmaya kalkarlar. Kuran'da, mümin ve münafıklar arasında geçen
konuşma şöyle haber verilmektedir:
O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman
edenlere derler ki: "(Ne olur) Bize bir bakın, sizin nurunuzdan birazcık
alıp-yararlanalım." Onlara: "Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur
arayıp-bulmaya çalışın" denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur
çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dışyanında o yönden azab vardır.
(Münafıklar) Onlara seslenirler: "Biz sizlerle birlikte değil miydik?"
Derler ki: "Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (Müslümanları
acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip-beklediniz, (Allah'a ve İslam'a
karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı. Sonunda
Allah'ın emri (olan ölüm) geliverdi; ve o aldaltıcı da sizi Allah ile
(Allah'ın adını kullanarak, hatta masumca sizden görünerek) aldatmışoldu.
Artık bugün sizden herhangi bir fidye alınmaz ve inkar edenlerden de.
Barınma yeriniz ateştir, sizin veliniz (size yaraşan dost) odur; o ne kötü
bir gidişyeridir." (Hadid Suresi, 13-15)
Kurtuluşu Olmayan, Sonsuz
Azap
Cehennemin şiddetini kat kat artıran bir özelliği oradan hiçbir zaman
kurtuluşolmamasıdır. Bir acı çok şiddetli olsa bile, eğer insan onun biteceğini
bilirse, bu onu rahatlatır, her zaman kurtuluşiçin bir umut vardır.
Ancak bu umut cehennemde yoktur ve cehennem ehlini en çok yıkıma uğratan şey
de budur. Ateşte yakıldıkları, zincirlendikleri, kaynar suyla haşlandıkları,
kırbaçlandıkları, dar yerlere elleri boyunlarına bağlı olarak sokuldukları
anlarda, bilirler ki bu azap sonsuza kadar sürecektir. Her kaçmaya
çalıştıklarında sert bir şekilde engellenmeleri, onlara işkencenin sonsuza kadar
devam edeceğini gösterir. Bir ayette bu kahredici ortam şöyle bildirilir:
Ne zaman ordan, sarsıcı-üzüntüden çıkmak isterlerse,
oraya geri çevrilirler ve (onlara:) "Yakıcı azabı tadın" (denir). (Hac
Suresi, 22)
Cehennem tümüyle kapalıdır. İnkarcılar için cehenneme yalnızca bir kez
girişvardır, sonra çıkışimkansızdır. Hiçbir çıkışyolu bırakılmamıştır.
Hapsedilmenin verdiği duygu inkarcıları çepeçevre kuşatır. Etrafları, aşmaya güç
yetiremeyecekleri duvarlar, kilitlenmişkapılarla çevrilmiştir. Ayetlerde bu
kahredici hapsolunmuşluk, şöyle tasvir edilir:
Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır
(Ashab-ı Meş'eme). "Kapıları kilitlenmiş" bir ateşonların üzerinedir. (Beled
Suresi, 19-20)
Ve de ki: "Hak Rabbiniz'dendir; artık dileyen iman etsin,
dileyen inkar etsin." Şüphesiz Biz zalimlere bir ateşhazırlamışız, onun
duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır... (Kehf Suresi, 29)
Onların barınma yerleri cehennemdir, ondan kaçacak bir
yer bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 121)
İnkarcılar ateşi gördüklerinde ait oldukları yeri anlarlar. Anlarlar ki,
artık hiç kimse için o ateşten kaçışimkanı yoktur. Zaman kavramı yok olmuştur ve
sonsuz bir azap başlamıştır. Acının en korkunç özelliği ebediyen sürecek
olmasıdır. Yüz yıl, bin yıl veya milyon yıl geçse, yine de sona yaklaşılmışolmaz.
Milyonlarca yıl, sonsuzluğun yanında bir hiçtir. Cehennemde yaşayan inkarcı,
dünyadaki gibi bir sonluluk bekler, ama boşunadır. Bu yüzden ayetlerde azabın
sonsuza kadar sürecek olması önemle belirtilmiştir:
Allah, erkek münafıklara da, kadın münafıklara da ve
(bütün) kafirlere, içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşini vaat etti. Bu,
onlara yeter. Allah onları lanetlemiştir ve onlar için sürekli bir azab
vardır. (Tevbe Suresi, 68)
Eğer onlar (gerçek) ilahlar olsalardı, ona
girmeyeceklerdi. Oysa onların tümü içinde temelli kalıcıdırlar. (Enbiya
Suresi, 99)
İnkar edenlere gelince, onlar için de cehennem ateşi
vardır. Onlar için ne, karar verilir, ki böylece ölüversinler, ne de
kendilerine onun azabından (bir şey) hafifletilir. İşte Biz, her nankör
olanı böyle cezalandırırız. (Fatır Suresi, 36)
Dünyada yaşanan bütün acılar için muhakkak bir son yani kurtuluşvardır. Acı
çeken insanın iki kurtuluşu olabilir, acı ya biter ya da kişi ölür. Dışarıdan
bakıldığında ikisi de bir kurtuluştur. Cehennemde ise durum çok daha kötüdür.
Izdırap sürekli ve kesintisizdir. İnkarcıların kendilerini toparlamalarına,
rahat bir nefes almalarına fırsat verilmez.
Sonsuz Azaptan Kurtulmak
İçin Bir Hatırlatma
Dünyada Allah'ın ayetlerinden yüz çeviren ve herşeyi yaratan Rabbimiz'i inkar
edenlerin, ahirette hiçbir kurtuluşlarının olmayacağı, cehennemde dehşet verici
bir azapla karşılaşacakları Kuran'da bildirilir ve tüm insanlar Allah'ın
azabıyla uyarılır.
İşte bu yüzden her insan, burada anlatılan gerçekleri öğrendiğinde hiç zaman
yitirmeden içine girdiği yoldan geri dönmelidir. Çünkü bu yolun sonu büyük bir
yıkım getirir. Yapması gereken en önemli şey ise kendini Allah'a teslim
etmektir. Bunu yapmadığı takdirde, ebedi bir pişmanlık yaşayacaktır. Kuran'da
inkarcıların pişmanlığı şöyle haber verilir:
O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler
dileyecekler. Onları bırak, yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel
oyalayadursun. İleride bileceklerdir. (Hicr Suresi, 2-3)
Sonsuz azaptan ve bu pişmanlıktan kurtulmanın ve Allah'ın rızasını ve
cennetini kazanmanın yolu ise bellidir:
Geç olmadan Allah'a gönülden iman etmek,
Tüm yaşamını O'nu razı edecek davranışlarla geçirmek…