İstikbâlde en gür sada İslam'ın olacaktır..!!
  Beşinci Fasl
 

Kabirde ölüler dört hâlde bulunur. Bazısı ökçesi üzere oturur. Gözü dağılıp, bedeni şişip, cismi toprak oluncaya kadar bu hâlde kalır. Sonra ruhu, dünya göğünden başka melekût âlemini dolaşır.

Bazısına cenâb-ı Hak bir uyku verir. Birinci sûra kadar ne olduğunu bilmez. Birinci sûrda uyanır, sonra yine ölür.

Bazısı kabrinde iki ay kadar yâhut üç ay kadar durur. Sonra ruhu bir Cennet kuşu üzerine biner, kuş onu Cennete kadar uçurur. Bunları bildiren hadis-i şerifler sahihdir. İslâmiyetin sahibi buyurdu ki: (Müminin ruhu kuş ile berâberdir. Cennet ağaçlarından birine asılmış durur).

Bunun gibi şehitlerin ruhlarından sorulunca:(Şehitlerin ruhları, yeşil kuş kursaklarında olarak Cennet ağaçlarına asılı dururlar) buyurdu.

Bazı insanlar, diledikleri zaman makamlarından yükselirler. Bazıları da, sûr üfleninceye kadar orada durur.

Dördüncü nev' -Enbiyâ ve Evliyâya mahsûstur. Bunların bazısı kıyâmete kadar uçar ve çoğu gece görünür. Ben inanıyorum ki, Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-ül-Fârûk bunlardandır.

Resûlullah, üç âlemi (Âlem-i nâsût, Âlem-i melekût, Âlem-i ceberût) dolaşmakta serbesttir. Buna tenbîh ve işaret için bir gün Peygamberimiz efendimiz, (Allahü teâlâ beni üçten ziyâde yeryüzünde durdurmamasını kereminden ricâ ederim) buyurdu. Hakîkaten, üç aşerat olunca yâni otuz olunca, Hz. Ali, Resûlullahın vefâtından otuz sene sonra [kırkbirinci yılda] şehit olup, Hz. Peygamber yerin ehâlîsine gücendi. Mübârek ruhu tamamen semaya yükseldi.

Bunu bazı sâlihler rü'yâsında gördü. [Çünkü şeytan her şeye temessül eder. Fakat Enbiyâ sûretine temessül edemez. Bunun için, Peygamberimiz rü'yâda görüldükte, elbette sahih ve doğru olur. Bu cihedle, bu rü'yâlar bize delîl olur.] Bir zat buyurdu ki: (Yâ Resûlallah! Babam, anam sana feda olsun! Ümmetinin fitnelerini görmüyor musun?) Hz. Peygamber, (Allahü teâlâ fitnelerini ziyâde eder. Hz. Hüseyni de şehit ettiler. Benim hürmetimi muhâfaza etmediler) buyurdu. Daha çok söylediler ise de, diğerlerine râvînin şüpheleri olduğundan terk olundu.

Bunlardan bazısı (İbrâhîm aleyhisselâm gibi) yedinci kat semayı seçmiş olup, orada bulunur. Peygamberimiz Mîraç gecesi İbrâhîm aleyhisselâma uğradı. Gördü ki: Beyt-i mamûre sırtını vermiş, müslümanların çocuklarına oradan şiddetli nazarla bakmaktadır.

Îsâ aleyhisselâm da, beşinci kat göktedir. Her gökte Resûller ve Nebîler vardır ki, oradan çıkmazlar ve gitmezler. Kıyâmete kadar orada dururlar. Bunlardan istediği yere gitmekte muhayyer olanları, ancak Hz. İbrâhîm ve Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ aleyhimüsselâmla, Hz. Muhammed Mustafâ dir. Bunlar, üç âlemdeki istedikleri yere gidebilirler.

Evliyâ-i kiramdan bazıları kıyâmet gününe kadar tavakkuf ederler, dururlar. Nitekim Bâyezîd-i Bistâmînin Arşı âlâ altındaki sofradan yemek yimede olduğu rivayet olundu.

İşte kabirde olanların halleri bu dört şekildedir. Yâni azâb olunurlar, rahmet olunurlar, tahkîr olunurlar, ikrâm olunurlar.

Evliyâ-i kiramdan çok kimse vardır ki, ölüm hâlindeki bir kimseye dikkat ile bakarlar. O kimseye geniş menziller daralır. Çok kere de açılır. Bu hâli görürler ve haber verirler. Ben, bu cinsten haber vereni gördüm.

Bazı arkadaşlarımı gördüm ki, kalb gözünden perde kaldırılıp, ölmüş olan çocuğunun evine girdiğini gördü. Bu bâtınî (gizli) faydalar, ikrâmlar ancak kerim yâhut nesîb, mübârek olan kimseler içindir.

Kabirde olanlardan bazısı, Cuma ile bayramı bilirler. Dünyadan bir kimse çıktı mı onun yanına toplanırlar. Onu tanırlar. Kimi hanımından sorar. Kimi de babasından. Her biri kendisi ile alâkası olan şeylerden suâl ederler.

Çok ölüler vardır ki, bildiği kimselerden daha önce ölmüş olan birine tesâdüf etmez. Çünkü, onun dünyada iken kendinde bulunan şey, ölüm hâlinde gitmişti. Bunun içindir ki, bazısı yahudi olarak ölür. Bazısı nasrânî olarak ölür de onların içine gider. Bir kimse dünyadan çıkıp mevtâların yanlarına vardı mı, mevtâlar, ona dünyadaki komşularından sorarlar ve filan nerededir derler. O, çoktan ölmüştü der. Biz onu görmedik, belki Hâviye Cehennemine gitmiştir, derler.

Bir kimse, rü'yâda görülüp (Allahü teâlâ sana ne muamele buyurdu?) diye sorulunca, (Ben ve filan ve filan diyerek arkadaşlarından beş kimseyi sayıp, cümlemiz çok hayr ve nîmetlere nâil olduk) der. Hâlbuki, onu arkadaşları ile berâber, hâricîler yâni yezîdî denilen sapıklar öldürmüştü. Komşusundan suâl olundukta, biz onu görmedik, dedi. Hâlbuki o kimse de, kendini denize atıp boğularak vefât etmişti. Yemin ederek dedi ki: (Vallahi ben onu, intihâr edenlerle, yâni kendisini öldürenlerle berâber olduğunu zannederim).

Resûlullah buyurdu ki: (Bir kimse kendini bir demir parçasiyle öldürürse, kıyâmet gününde, o demir parçası elinde karnına vurarak gelir. Cehennem içinde müebbed olarak kalır. Ve bir kimse kendisini dağdan atar da öldürürse, kendini Cehennem ateşine atar).

Bir kadın da böyle yapar, intihâr ederse, onun acısını sûr üfürülünceye kadar duyar. [Bu hadis-i şerif, dünyada sıkıntıdan kurtulup rahata kavuşmak için intihâr edenler içindir. Çünkü böyle düşünmek âhıret azâbını inkâr etmek olur ki, küfürdür. Aklını kaybederek intihâr eden veya hemen ölmeyip tevbe eden ise, kâfir olmaz.] Sahih haberde bize geldi ki, Âdem Mûsâ ile buluştu. Mûsâ ona dedi ki: (Sen o kimsesin ki, Allahü teâlâ seni kudretiyle yarattı ve sana ruh verdi. Seni Cennetine koydu. Niçin Ona isyân ettin?) Âdem da dedi ki: (Yâ Mûsâ! Allahü teâlâ seninle konuştu ve sana Tevrâtı indirdi. Tevrâtta görmedin mi ki, (Âdem, Rabbine karşı kendisinden zelle sâdır oldu). Mûsâ (Evet, gördüm) dedi. Hz. Âdem (Ben bunu işlemeden kaç sene önce takdîr olundu) dedi. Mûsâ, (Sen işlemeden ellibin sene evvel takdîr olundu) deyince, yine Hz. Âdem: (Öyle ise yâ Mûsâ, benim üzerime, işlemeden ellibin sene evvel takdîr olunan bir günah ile mi beni ayblıyor ve kınıyorsun) dedi.

[Böyle konuşmaları, (Se'âdet-i Ebediyye) kitabının ikinci kısm, ellinci maddesinde daha geniş yazılıdır. Âdem aleyhisselâmın bu cevabının (Bu işin yapılmasını irâde ve ihtiyâr edeceğimi, Allahü teâlânın ezelde bildiğini Tevrâtta okuduğun hâlde ve bu işten meydana gelecek nice faydaları bildiğin hâlde, beni ayblamak sana yakışmaz) demek olduğu (Se'âdet-i Ebediyye)de uzun yazılıdır.]

Sahih olan hadis-i şerifte haber verildi ki: Resûlullah Mîraç gecesi Peygamberlerle iki rekât namaz kıldı. Hârûna selâm verdi. Hârûn da Hz. Peygambere ve ümmetine rahmet ile duâ buyurdu.

İdrîsa da selâm verip, o da Peygamberimize ve ümmetine rahmet ile duâ eyledi. Hâlbuki, Hârûn Peygamberimizin peygamberliği bildirilmeden evvel vefât etmiş idi. Mübârek ruhu göründü. İşte bu hâyat, hayat-i ruhanîdir.

Bu dünya hayatından sonra üçüncü bir hayat daha vardır. Birinci hayat, yâni dirilmek, Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmın belinden çıkarıp şehâdet ettirdiği ve (Ben sizin rabbiniz değil miyim?) buyurduğu vakit, (Evet, biz kabûl ettik. Sen bizim rabbimizsin. Yâ Rabbî) dedikleri zamandır. Dünya hayatına îtibar olunmaz. Zîrâ bu hayat, insanın nîmetlenmesine vâsıta olup, geçici ve gidicidir.

Peygamberimiz (İnsanlar uykudadırlar, öldükleri vakit uyanırlar) buyurdu.

Bu hadis-i şerif üçüncü hayatı, yâni kabir hayatını bildiriyor.

Kabir hayatındaki hâller, mevtâların hakîkatleri, sıfatları zâhir olduğu vaktteki hâllerdir. Mevtânın bazısı yerinde kalır. Bazısı dolaşır. Bazısı döğülür. Bazısına da şiddetli azâb edilir. Bunun doğruluğuna delîl, Mümin sûresinin, (Nâr, füccar üzerine sabah akşam arz olunur. Kıyâmet gününde de, Cehennemde vazîfeli olan meleklere, Fir'avna tâbi olanları azâbın en şiddetli mahalline atın) meâlindeki kırkaltıncı âyet-i kerimesidir.

 
 
  Bugün 142 ziyaretçi (162 klik) kişi burdaydı!  
 
Google
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol